ALEVİLERİN YURT DIŞINA GÖÇÜ
SORUNLAR ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
7- ALEVİ TARİHİNİN VE ALEVİLİĞİN MİHENK TAŞLARI
Seyran edip şu âlemi gezerken
Uğradım gördüm bir bölük canları
Cümlesinin erkânı bir yolu bir
Mevlâm bir nurdan yaratmış anları
Cümle bir mürşide demişler belî
Teşbihleri Allah Muhammed Alî
Meşrebi Hüseynî ismi Alevî
Muhammed Alî’ye çıkar yolları
Kul Himmet’ten
İÇİNDEKİLER
Giriş
- İslam içinde Ehl-i Beyt’in başlattığı ilk inançsal «fırka»
- Bilinen ilk tarihi «Alevi Türkler» belgesi
- Türklerin ilk hikaye derlemesi kitabı Dede Korkut’ta Alevilik
- İslamın ayrışımında en ufak “Ortak payda da Birlik” fetvası
- İslamı kabul eden ilk Türk hükümdar
- Bilinen alevilikten bahseden ilk Türk siyasetnâmesi
- 1071’den itibaren Anadolu’ya toplu göç ve kültürel-dinsel değişim
- Anadolu’da bilinen ilk alevi Beyliği
- Türkçe ilk Alevi Erkânnamesi «Fakr-nâme»
- Anadolu’da Alevi Ocaklarının varlığını gösteren ilk belge
- Bilinen en eski Cemevi
- Anadolu’da ilk Alevi İsyanı
- Babaî İsyanı sonrası Hacı Bektaş Veli’nin Alevi tarikatları dervişlerini toparlaması
- Edebali’nin Osmanlı beyliğinin kuruluşuna katkısı
- Erdebil Tekkesinin Anadolu’da Aleviliğe inançsal etkileri
- 1501 Bektaşiliğin değişimi
- 8 şubat 1514 Osmanlı Anadolusunda ahalinin beşte dördünün (%80) Alevi
- 16cı yüzyıl Alevi Ayaklanmaları
- 17ci yüzyıl sonrası Alevilerin içe kapanma devri
- 15 Haziran 1826 Yeniçeri Oçağı ve 10 Temmuz 1826 Bektaşi Dergahları kapatıldı
- İlk çağdaş diyebileceğimiz Alevi kimlik sorgulanması
- 1915 te “Seyyitler Toplantısı” ile ilk Alevi Ocaklar işbirliği girişimi
- 11 eylül 1919 da Sivas Kongresinden sonra “Pirevi Protokolu”
- 30 kasım 1925 Tekke ve zaviyelerin kapanması
- Diyanetin değişmesi için kanun teklifi 1963
- İlk Alevi kimlik mücadelesi: 1963 Alevi Bildirisi
- 16 haziran 1966 Ortaca Cumhuriyet Dönemi ilk Alevi katliamı
- 17 ekim 1966 Birlik Partisi kuruldu
- Alevilere yapılan toplu saldırılar
- 2016 AİHM “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi”, “Cemevleri Elektrik masrafları” ve “Eşit Vatandaşlık Hakları” davaları kazanıldı.
Yazılı Tarihi kaynaklar
Giriş
Aleviliği tanımlanmaya gayret ederken, yüzyıllar süren oluşum sürecinde, bir çok değişkeni birlikte ele almak gerekiyor. Oluşum sürecini, Aleviliğin kaynak ve kökenlerinin çeşitli mekân-zaman dilimleri içinde yaşadığı olaylarla değişimini ve Aleviliği benimseyen insan topluluklarının da dış etkenlerle kültürel yaşamlarının bu tarihi süreç içinde değişimini göz önüne alarak tanımlamak gerekir. Tabii, özüne sağdık kalarak çağımızda da yaşayan ve yaşatılan, dolayısıyla değişimini sürdüren bir inanç olduğunu da unutmayalım.
Hz. Muhammed döneminde Hicaz yarımadasında doğan İslâm, ilk dört halîfe döneminde çevre ülkelere yapılan gazâlarla daha geniş bir coğrafyaya yayılmağa başladı. İslam toplumu, 7. yüzyılın son çeyreğinde geri dönülmeyecek bir değişimin içine girdi. Kureyş aşiret federasyonunun üyesi Ümeyye Oğulları, aynı federasyonun diğer üyesi Hâşim Oğullarıyla İslam'dan çok önce aralarında zuhur eden iktidar kavgasına, 661 yılında son noktayı koydular ve siyasal üstünlüğü tekrar ele geçirdiler. Muaviye b. Ebî Süfyan'ın politik entrikalarıyla baş edemeyen dördüncü "Râşid" halife Hz. Ali, "Hakem olayı" ile, siyasal bir hata işleyerek yetkisini tartışılır hale getirdi ve katledilmesi İslam toplumunun inanç yapısını da derinden etkileyerek onu üçe böldü: Haricîler, Şîîler ve Sünnîler. İslam toplumunun bir kesimi, bundan sonra Hz.Ali’yi inançlarının merkezine oturttu ve Alevi/Şia’t-ü Ali Yolunu oluşturdu. Geleneksel Arap değerlerinin tersine Peygamberimizin kızı Fatma Ana’nın Ali’den olan iki oğlu üzerinden devam eden soyunun, Ehl-i Beyt’inin, İslam toplumları içinde ayrıcalıklı bir konum kazandığı da görüldü.
Türklerin
İslâmlaşma süreci, birey olarak din değiştiren ilk müslüman
Türklerin görüldüğü Hz. Ömer’in halîfelik yıllarında
başladı. Ömer devrinde 642 yılındaki Nihavend Savaşı ile
İran’ın fethi sırasındaki askerî mücadelelerde İslâm ve
müslümanlar ile -savaş meydanlarında da olsa- ilk ilişkileri
başlayan Türklerin Araplarla ve İslâm ile daha yakından
tanışmaları Abbâsî hilafeti dönemindedir. İslam’ın çeşitli
yorumları, Türklerin çoğunluğu için, ancak 10. asırda genel
olarak yayılmıştır.
Yaklaşık üç yüz yıl süren İslâm’ın Türkler arasında
yayılması, üç büyük devreye ayrılabilir. Bu devreleri
Türklerin ferdî olarak İslâm’a geçiş dönemi (650–750),
Türklerin oymaklar halinde islamı benimsediği dönem, İslâm
yönetiminde ve özellikle orduda görevler üstlenmeleri (750 –
870), Toplu halde siyasî yöneticilerinin din değiştirme dönemi
ve böylece ilk müslüman Türk devletlerinin ortaya çıkışı
(870 – 950) şeklinde tasnif etmek mümkündür.
İslam Kürtler arasında Ömer zamanında fetihle yayılmış ama Kürt aşiretlerinin de İslamı kabulu de Zerduşlük gibi eski inaçları içinde eritip bağdaştırmaları ve içselleştirmeleri Türkler gibi zaman almıştır.
Aşağıda Arap İslam dünyasında ve diğer halklar arasında ama bilhassa Türkler, Kürtler ve sonrada Anadolu halkları arasında aleviliğin yayılmasının bazı önemli tarihi ve kültürel olaylarlarını vererek alevi terimlerinin tanımlarını biraz da olsa tarihi süreç içinde gelişmelerini hissetmesinizi istedim.
- İslam içinde Ehl-i Beyt’in başlattığı ilk inançsal «fırka» (küme, topluluk): Kerbela katliamından ve isyanlarla Hz. Hüseyin’in katilleri öldürüldükten sonra İmam Zeynelabidin oğlu Zeyd bin Ali (ö.740)de Ehl-i Beyt’ten ilk isyan eden oldu. Aynı zamanda da ilk defa bir «alevi» dinbilimi geliştiren oldu. Bu girişe sonradan Zeydilik dendi. İsyan sonunda öldürülünce oğlu Yahya mücadelesini devam ettirdi ve Zeydîliğin yayılmasını sağladı. Bir fıkıh bilgini olan İmam Zeyd’in fıkıh anlayışı ve felsefesini geliştirdiği Zeydilik akımı birçok bakımdan Mutezile'nin ortaya attığı ilkelere (örneğin Kuran'ın yaratılmış, yani yazılmış olduğu düşüncesine) dayanır. Bunun yanında Zeyd, ilk iki halifeyi kabul etmekle taraftarları arasında ayrışmaya sebep oldu. İyi bir örgütcü olan Zeyd, taraftarlarına “Kuran ve Muhammed'in buyrukları aynen uygulanacak (demek ki O’na göre uygulanmıyordu), önce ezilmekte olan zayıflar korumaya alınacak ve adil olmayan iktidar sahipleri savaşılarak alaşağı edilecek” vaadlerinde bulunuyordu. 740 ocak ayında hapse atılan Küfelileri kurtarmak için çıkardığı isyanda katledildi. Babasının ölümünden sonra Yahya (ö.743) Kûfe'den Belh'e, Orta Asya'ya ulaşan çok geniş bir alanda, Emevilere karşı, çoğunlukla Arap olmayan halklarla birlikte mücadele verdi ve Zeydiyye meşrebini başarılı bir şekilde yaydı. (bak. Julius Welhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dini-Siyasi Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Ankara, 1989).
- Bilinen ilk tarihi «Alevi Türkler» belgesi Türklerin Alevi olduğunu yazan en eski belge Abu Dulaf’a aittir. Abu Dulaf Misar bin Muhalhil, Samaniler devletinin (Samanoğulları) en güçlü hükümdarı Nasr bin Ahmed'in (914-943), saltanatının son yıllarında Çin'e elçilik göreviyle gönderdiği kişidir. 941-42 yılı içerisinde Çin'e doğru yola çıkmış olan Abu Dulaf, Tibet'e ulaşmadan önce, bir süre Bagraç Türklerinin yaşadığı bölgede kalmıştı. Keçe giyimli, sakalsız, fakat bıçak vurulmamış pos bıyıklarıyla dikkati çeken, çok iyi ata binen ve savaşçı olan bu Türklerin (Bağraçlar), Yahya bin Zeyd'in bir oğlundan gelen Ali soylu biri tarafından yönetildiğine tanık olmuştur. Abu Dulaf onların, içinde İmam Zeynel Abidin oğlu Zeyd için yakılmış ağıtların da yer aldığı batıni anlamda yorumlanmış, Sünni İslama aykırı bir Kur’an sakladıklarını, tanrısallığın Ali'de cisimlendiğine inandıklarını yazmaktadır. Yine onun anlattıklarına göre bu “Alevi” Türkler, Ali'nin indiği ve tekrar geri döndüğü gökyüzüne doğru avuçlarını açıp, bağırarak dua etmekteydiler. (Kitabın aslını 1923 de Prof. Dr. Ahmed Zeki Velidi Togan, Meşhed' de Astane Quds Museum'da (MS 5229) buldu. Prof. Dr. Z.V. Togan, “İbn Fadlans Reisebericht”, Leipzig-1939, XXIV.) Abu Dulaf'ta görüldüğü gibi, Ali, Türklerin Gök-Tengri'si ile birleştirilmiş bulunuyordu. Bugün bile inançlı Alevi yaşlılar arasında, İrene Melikoff'un saptamalarına göre, her sabah duaya çıkıp güneşin doğuşunu izleyerek “İşte Ali doğuyor'' diye tanrısal coşkuyu yaşayan ve yaşatanlar bulunmaktadır (İ.Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, İstanbul-1993, s.124). Ebu Bekir Muhammed b. Cafer Narşaki’nin 943-948 yılları arasında yazdığı Buhara Tarihi’nde de bu anlatımları destekleyici bilgiler bulunmaktadır.
- Türklerin ilk hikaye derlemesi kitabı Dede Korkut’ta Alevilik: Türklerin Hz. Ali soyundan gelen aileleri sürekli koruma altına aldıkları, onlarla işbirliği içinde olduklarını Dede Korkut’ta da görürüz. En eski belgelerimiz arasında yer alan bu hikayeler derlemesinde giriş bölümündeki kutsallık sıralaması içinde:
“Ağız açıp öğer olsam üstümüzde Tanrı görklü; Muhammedün sağ yanında namaz kılan Ebubekir Sıddık görklü; ahir sıpara başıdır Amme görklü; hecesinden düz okunsa Yasin görklü; kılıç çaldı din açtı, Şah-ı Merdan Ali Görklü; Alinün oğulları, peygamber nevaleleri Kerbela Yazısında Yezidiler elinde şehid oldu, Hasan ile Hüseyin iki kardaş bile görklü” (Gökyay, Orhan Şaik, Dedem Korkudun Kitabı, M.E.B. Yay, İst. 1973).
Bazı hikayeler de şu şekilnde yer alan değerlendirmelerle sonlandırılır:
“Kâdir Tanrı Beyreğe rahmet kılsun. Sır-ı Merdan Hazret-i Alinün elinden şaraben tahura, içmek Huda erzanı kılsun.”
Bu tarzdaki dualar göçer evli türkmenlerin ve Oğuzların Hz. Ali ve onun soyuna duyduğu saygıyı gösterir.
- İslamın ayrışımında en ufak “Ortak payda da Birlik” fetvası: 942 de Bağdat'ta Kadıların kadısı ibn Behlül'ün halifenin, Alevi İsmailiyye inançlı (İmam Cafer’in erken ölen oğlu İsmail taratarları) Karmatilerin islamdan ihraç (takfir) isteğine karşı mektuplarını «Allahtan başka ilah yoktur» diye başladıklarından ve sadece Allah’ın insanların samimiyetine karar verebileceği gerekcesiyle onların da İslamı’ın içinde olduklarına dair verdiği fetva İslamda inanç (itikat) “çeşitlenmesi”nin kabulu için temel bir yasadır. Yani birinin müslüman olarak kabul edilmesinin en ufak ortak paydasının tanımıdır ve dolayısıyla Sünni Şeriata göre İslamın içindeki değişik yorumların tanınmasının sebebidir.
- İslamı kabul eden ilk Türk hükümdar: Karahanlılar hânedânından olup İslâm’ı ilk kabul eden ilk hükümdâr olarak Kaşgar’da ilk büyük İslâm devletini kuran Abdulkerîm Satuk Buğra Han’ın (ölümü 955) gerek şahsı ve gerek İslâm’ı kabul edişi hakkında, yazıya geçmiş en eski örneği 1282 tarihli olan menkıbeler dışında fazlaca bir şey bilinmemektedir. Bu yazılı kaynağa göre, Satuk Buğra Han, İslâm’ı, 12 yaşında iken, kabul etmiş ve 25 yaşında Karahanlı tahtına oturmuştur.
Rivayetlere göre 970 yılında Şaş (Taşkend) ve Farab arasında tahkim edilmiş sınırın batı tarafında müslümanların egemenliğini tanımaksızın yaşayan - Karluklar, Oğuzlar ve diğer boylardan Türklerin 200.000 çadır halkı Batınî İslâm’a girdiler.
- Bilinen alevilikten bahseden ilk Türk siyasetnâmesi: 1069 da, Yusuf Has Hacib'in, Tavraç Buğra Kara Han'a yazıp sunduğu, devlet yönetimine ilişkin Kutadgu Bilig (Kutlu Bilgi) adlı yapıtında, Karahanlılar devletinde Alevilerin hatırı sayılır varlığı ve saygınlığı konusu ele alınır. Edebiyatımızda aruz ölçüsünün kullanıldığı ilk eser olarak kabul edilmektedir. “Aleviler birle katılmakı ayur” (Alevilerin de birlikte katılmasını öğretir) başlığı altındaki kısa bölümde şu beyitleri var:
Onlarda biri savçı urğı turur
Bularnı ağır tutsa kut kıv bulur
Bularnı katığ sev köngülde berü
Nengin edkülük kıl baka tur körü
Bular ehl-i beyt ol habibka kadaş
Habib savcı hakkı üçün sev adaş
Bu beyitler günün Türkçesinde şöyle anlamlandırılabilir:
“Onlardan (Alevilerden) biri elçi yaptırılsa ve bunlar ağırlansa, devlet mutluluk bulur
Bunları (Alevileri) kuvvetle sev; sevgin gönülden gelsin. Dur bak, gör ve herşey için iyilik et
Bunlar Ehlibeyt'tendir ve peygamber ile kardaş, sevgili peygamber hakkı için (Alevileri) sev arkadaş''.
-1071’den itibaren Anadolu’ya toplu göç ve kültürel-dinsel değişim: Malazgirt zaferiyle Bizans direnişi büyük ölçüde kırıldı ve bundan sonra çoğunluğunu Oğuzların teşkil ettiği çeşitli Türk toplulukları Anadolu’ya akmaya başladı. Anadolu’nun fethinde rol oynamış olan komutanlara, geleneklere göre fethettikleri yöreler tahsis edildi. Bu göçle Anadolu’da birkaç yüzyılda önemli bir değişim oldu: Venedik locası arşivlerinde 8 şubat 1514 tarihli belgede, Osmanlı Anadolusunda ahalinin beşte dördünün (%80) Alevi olduğunun rapor edilmiş olduğu yazılı. Prof. Franz Babinger bunu abartılı buluyor ama yine de bu dereceye yakın olduğu kanaatinde.
- Anadolu’da bilinen ilk alevi Beyliği: Dânişmendliler Beyliği (1080–1178) 1071 Malazgirt zaferinden sonra Sivas merkez olmak üzere Çorum, Tokat, Niksar, Amasya, Malatya, Kayseri şehirleri civarında kurulmuş ilk Alevi Beyliğidir. (1096-99 daki I. Haçlı Seferi tarihi hakkında bilgi veren en önemli tarihçilerinden Albertus Aquensis ve 12. yüzyıl tarihçilerinden Sur başpiskoposu Willermus Tyrensis’in Danişmendliler hakkında yazdıklarına göre. Tabii 1245-46 yıllarında yazılan “Danişmendnâme” deki bilgilere göre).
- Türkçe ilk Alevi Erkânnamesi «Fakr-nâme»: Aslı Taşkent, Duşanbe ve Almatı Kütüphanelerinde bulunan ve 1093-1166 arasında Yesi cıvarında yaşamış olduğu tahmin edilen “Pîr-i Türkistan” Hâce Ahmet Yesevi’ye atfedilen Fakr-nâme ilk defa Çağatay türkçesi ile yazılmış bir erkânnamedir.
Fakr tasavvuf kültürü ve edebiyatında “manevi yokluk” veya “Allah’a muhtaç olduğunun farkında olmak” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bu dervişlik kitabında tarikât adabından, usulünden, erkânından, kâmil bir şeyhin, bir dervişin vasıflarından, “Dört Kapı Kırk Makam”dan bahsedilir. Hâce Ahmet Yesevi’ye atfedilen “Fakr-name”deki düşünce yapısının, edep-erkân uygulamasının, “Dört Kapı Kırk makam” öğretisinin Yesevîlik tarikatının bir Ali Yolu tarikatı olarak varlığını Anadolu’da sürdürmesi ve Alevilik ve Bektaşîlik içerisindeki etkisi tartışmasızdır.
Ahmet Yesevi, temelde her ne kadar bir İsmaili Dai'si eğitimi aldıysa da, kendi tekkesinde Şamanist Türk inançları doğrultusunda bazı değişiklikler yaptı.
Ahmet Yesevî dört kapı kırk makamanlayışını Hz. Ali’ye dayandırmaktadır:
“Hz. Ali radiyallahu anh rivayet kılurlar kim, dervişlik makâmı kırk turur. Eğer bilip amel kılsa, dervişliği pâk turur ve eğer bilmese ve öğrenmese, dervişlik makâmı anga haram turur ve câhil turur. Ol kırk makâmın onı makâm-ı şeriatda turur ve onı makâm-ı tarikatda turur ve onu makâm-ı marifetde turur ve onı makâm-ı hakikatda turur”. (Eraslan ,1977: “Yesevî’nin Fakr-nâmesi” İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,XXII,6366 vd).
Yesevi’nin bu düşünce yapısı, çağdaşı olmamasına rağmen, Lokman Pârende vasıtasıyla Hacı Bektâş Velî’ye geçmiştir
- Anadolu’da Alevi Ocaklarının varlığını gösteren ilk belge: Alevi ocakları arasında “Mürşid Ocağı” olarak kabul edilen Ağuiçen Ocağı’nın Diyarbakır koluna mensup dede ailesinden alınan h. 544/Zilkade (m.1150/Mart) tarihli şecere tanzim ediliş tarihi itibariyle şu ana kadar yayımlanan şecereler içerisinde, şimdilik, en eski belge olma özelliğini taşımaktadır. Şecerenin en dikkat çekici özelliği ise, daha önce yayımlanan “Ağuiçen”, “İmam Zeynel Abidin” ve “Dede Garkın” gibi mürşid ocaklarına ait şecerelerin nerdeyse tamamında görülen Ebu’l-Vefâ, Seyyid Ganim ya da Seyyid Hamis silsilesinden farklı bir soy ağacı sıralamasına sahip oluşudur.
Anadolu Selçuklularının göçle gelen topluluklara siyasî açıdan hakim olabilme ve iskanı kontrol etme kaygılarıyla göçle gelen Türk oymak, boy ve aşiretleri “aile ocağı” temelindeki toplumsal ve Alevi dinî önderleri dede/babalara soyağaçları (şecereleri) ve dinsel yetki belgeleri (icazetnameleri) verdiğini belgelerde görüyoruz. Büyük ihtimalle bu girişimler 1150 den önce de başlamış olabilir.
- Bilinen en eski Cemevi: 1224 te Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat (1220-1237) zamanında Malatya emirinin verdiği Vakıf belgesinde Anadolu’da varlığı belgeyle tespit edilebilen en eski Cemevi Malatya- Arapgir Onar köyündedir. Genellikle göcebe Oğuz Türkleri ve Türkmenler cemlerini özel “cem çadırı”nda yaparlardı. Bu düzen 1930lu yıllara kadar Toroslarda devam etti (bak. Yaşar Kemal “Binboğa destanı”). Bu vakıf belgesi aynı zamanda yerleşik Alevi Türkmen halkınında olduğunun ve bir şekilde dinsel ayinlerinin cemevinde yapıldığının da en eski belgesidir.
- Anadolu’da ilk Alevi İsyanı: 1239-40 Göçer konar Türkmenlerin Anadolu Selçuklu sünni Sultanlarla sosyo-ekonomik güçlükler ve inanç çatışmaları Baba İlyas (Baba Resûl) ve Baba İshak’ın 1239 da çıkardığı «Babaî isyanı»nın patlak vermesiyle sonuçlandı. Babaîler muhtemelen Amasya'dan Diyarbakır'a uzanan bir alanda Yesevi arka planlı Vefaî, Haydarî ve Dede Gargın Ocağı aleviliği karışımı bir tarikattı. Babaî İsyanı sosyo-ekonomik bir başkaldırı olduğu kadar Anadolu Selçuklu devletinin sünni idaresine karşı da dinî bir çatışmadır. Çünkü devleti elinde tutan azınlık sünni idare, çoğunluk Alevi halka her zaman hükmetmek istemiştir ama muvaffak olamamıştır. (Ayrıntılar için bak: Ahmet Yaşar Ocak “Babaî İsyanı”)
- Babaî İsyanı sonrası Hacı Bektaş Veli’nin Alevi tarikatları dervişlerini toparlaması 1240 Babaî isyanından sonra Anadolu Alevi topluluklarının sıkıntılı zamanında, Yesevî, Haydari, Vefaî ve Babaî dervişlerinin toparlanmasını sağlamış ve Alevi Ocaklarının birliğini, iriliğini, diriliğini yeniden inşa ettiği devirdir.
Bektaşilik tarihinde üç ayrı dönem vardır: Birinci dönem Hacı Bektaş Veli ile Balım Sultan arasındaki 250 yıllık zaman dilimidir. İkinci dönem, Balım Sultan ile başlayan ve 1826’da Bektaşi tekkelerinin Yeniçeri Ocağı’yla birlikte kapatılmasıyla son bulan yaklaşık üç yüzyılı içine alır. Üçüncü ve son dönem ise 1826’dan günümüze kadar yaşanan süreçtir.
Hacı Bektaş Veli'den "el alan" ve "giz verilen ve yetiştirilen" Kadıncık Ana 1271'de Hakka yürüyen Hacı Bektaş Veli'nin öğretisini taşıma ve aktarma görevini üstlenir. Aşıkpaşazade'nin Vekayinâmesinde; Hacı Bektaş Veli’nin ve, Kadıncık Ana'ın müridi olan Abdal Musa'nın, Hacı Bektaş adını taşıyan Dervişler topluluğunun kurucusu olduğundan bahsedilmektedir.
- Ede-Bali’nin Osmanlı beyliğinin kuruluşuna katkısı. Ertuğrul Bey'in 1281 yılında ölümü ile, Kayıların başına oğlu Osman Bey geçti. Ede-Balı Osman Gazi'nin kayınbabası ve hocasıdır. Osmanlı Devleti'nin fikir babası olduğu söylenir. Bilecik’in Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra bir Babaî şeyhi olan Ede-Balı'nın zaviyesini buraya taşıdığı ve dinî hizmetlerine devam ettiği söylenir. Âşıkpaşazâde zaviyesinin hiç boş kalmadığını, Ede-Balı'nın, gelip geçen fukaranın her türlü ihtiyacını gidermeye çalıştığını, hatta bu maksatla koyun sürüsü bulundurduğunu kaydederler.
Söğüt ve Domaniç yaylaları, Selçuklu Devleti tarafından aşiretine yaylak ve kışlak olarak verilen Osman Gazi sık sık Ede-Balı'nın zaviyesinde misafir olarak kaldı ve dinî ve idarî konularda, onun görüşlerini alırdı. Osman Bey 1299 yılında bağımsızlığını ilan ederek Osmanlı Beyliği'ni kurdu.
- Erdebil Tekkesinin Anadolu’da Aleviliğe inançsal etkileri: Şeyh Safi (1252-1334) tarafından 13.yüzyılın sonlarına doğru kurulan Erdebil Tekkesi, iki yüzyıl sonra kurulan Safevi Şii devletine ve hanedanına temel olmuştur. Başlangıçta Şafii olan Erdebil tekkesini tam bir On İki İmamcı Şii dergahına çeviren ve Aleviliğe yaklaştıran, Şeyh Safi'nin torunu Hoca Ali (1392-1429) olmuş görünüyor. Hoca Ali'nin Anadolu'da, özellikle Teke, Hamid ve Karamanoğulları gibi güney beyliklerinde çok müritleri vardı.
1402 Ankara savaşından sonra Timur Erdebil Dergahında Hoca Ali'yi ziyaret etmiş. Bu şeyh Timur üzerinde çok büyük etki bırakmış olacak ki, kendi egemenlik alanı içerisindeki Erdebil kentini köyleri ve arazisiyle birlikte Safevi ailesine vakıf olarak bağışladı. Ayrıca yanında götürdüğü 30 bin Türkmen tutsağını Şeyh'e verdi, o da tümünü serbest bıraktı. Böylece bunların hepsi Erdebil Tekkesi'ne bağlandılar. Bir kısmı yurtlarına geri döndüyse de, Hoca Ali kalanların yerleşmesi için Erdebil'de bir mahalle ayırdı. 17.yüzyılda bile bu mahalle Anadolu Türklerinin torunları “Sofiyan-ı Rum” adını taşıyordu.
Erdebil tekkesi şiiliğe doğru değişimiyle Sefeviye tarikatını kurması ve 1450li yıllardan itibaren bugünkü Aleviliğimize etkisi çok önemlidir. 1416 da Simavna kadısı Şeyh Bedreddin isyanından sonra Osmanlıdan ümidi kesen Anadolu Alevi Ocakları Erdebil tekkesi başındaki Şeyh Cüneyt’in 1448-1456 arası 8 yıl Anadolu da “Oniki İmam” kültünü yaymasından etkilendi. Cüneyt karış karış Anadolu’yu gezdi. Dedeler, Babalarla beraber semahlar döndü, ibadet etti. Anadolu'da geçirmiş olduğu 7-8 yıl, hem Anadolu Türkmenlerinden çok geniş taraftar kazanmasını, hem de Erdebil Şiiliğinin iyiden batınileşip Anadolu Aleviliğine dönüşmesini sağladı. Bu durum Anadolu Alevilerini Erdebil tekkesine bağlamaya başladı. Akkoyunluların ve Türkmenlerin katkısıyla Kızılbaşlığın Doğu Anadolu’dan da ötede etkili olmasını başlattı. Ekonomik açıdan ezilen göçer-konar ve yarı göçer köylüleri devlete karşı isyana sürükleyen bu siyasal-dini hareket Osmanlı egemeni için tehlikeli oldu. Erdebil Tekkesinin derlediği ve geliştirdiği İmam Cafer’e atfedilen Buyruğu’da dolayısıyla «Hz.Ali kültü», «On iki İmam kültü» ve «Kerbela Mâtemi kültü» de bu tarihlerden itibaren yavaş yavaş Anadolu Aleviliğini etkilemeğe başladı. Şeyh Haydar’ın oniki dilimli kızıl taç (Taç-ı haydarî) ve kızıl sarık sarması, müritlerinde buna uymasıyla kızıl taç tarikatın simgesi oldu ve müritlerine « Kızılbaş » dendi. Kızılbaşlık Anadolu toprağında Alevilikle ortak inanç, gelenek ve görenek temeli üzerinde gelişip şekillenerek, her zaman olduğu gibi «bağdaştırmacı» bir alıntıyla, Alevilik kolu hatta Aleviliğin simgesi oldu. Aleviliğin felsefe, öğreti ve erkân boyutunda günümüze taşınan yapısına son biçimini veren bu Kızılbaş etkisi oldu.
Hele, 16cı yüzyılın başında Hataî’nin yani Sefevi Devletini kuran Şah İsmail’in etkisi ve nefesleri bugün bile bir çok yöredeki Alevi ayin ve erkanlarındadır. Tabii Erdebil tekkesi İslamî yorumu 1501de kurulan Sefevi devletinin resmi dini olarak kabul edilmiş ve Sefeviler ilk “Oniki İmamcı” İslam devleti olmuştu.
1736 da Safevi devletinin sona ermesinden sonra Safevi şiiliğide değişerek bugünkü İran Şiiliğini doğurdu yani Şia’t-u Ali’nin en muhafazakar şeklini. Ama Anadolu Aleviliğinin Erdebil tekkesinden alıp yorumladığı « Hz. Ali » ve « Oniki İmam » kültü ile bugünkü İran Şiiliğinin « Hz. Ali » ve « Oniki İmam » kültü yorumu birbirinden çok farklıdır.
- 1501 Bektaşiliğin değişimi:
Balım Sultan (1426?-1518) Bektaşiliği, kendine özge yönlerine rağmen (mesela eski Türklerde şamanın ve dini merasime katılanların kımız kullanmasından esinlenen « dem », içki kullanımı gibi), Sultanları tatmin edecek yöne çekti. Ama ölümü sonrasında postnişin olan Kalender Çelebi elini Osmanlı’dan çekip halka uzattı ve başkaldırının merkezi oldu.
Bu isyanın bastırılmasından sonra Bektaşi Dergâhı 1551 yılına kadar kapalı kaldı fakat fiilen devam etti. Ama 1552 de Sersem Ali Paşa’yı « Sersem Ali Baba » yapıp Dergâh’ın başına oturtan Osmanlı’ya Anadolu halkından tepkiler yağdı.
Bektaşiliği Kalender Celebi’nin yenilgisi ve başsız kalmasından sonra Dergâh aynı zamanda muhtemelen Balım Sultan zamanında başlayan yapısal ve teolojik bir bölünmeye uğradı. Bektaşilik « Babayanlık » ve « Çelebiyanlık » olarak ikiye bölündü:
a-Babayanlık (Babagan veya Babağan) koluna göre « evlat bel evladı değil yol evladıdır » önemli olan Pir’in yolunu izlemektir. Dedebaba tarafından Babalığa kabul edilen dervişler kendilerini “yoldan gelme” hak ve icâzet sahibi sayarlar ve Tekkelerde herhangi bir tâlibe “Muhammet Ali yolu”nu gösterebilirlerdi. Bu kol daha ziyade Balkanlarda ve İstanbul’da gelişti ve Yeniçerilerin vasıtasıyla Osmanlı’nın kontrol aracı olarak « işbirlikçi » işlev gördü;
b-Çelebiyanlara (bazen Dedeyan da denir) göre ise « evlat yol evladı değil bel evladıdır ». Onlara göre Hace Bektaş Kadıncık Ana ile evlenmiş (bazılarına göre ise Kadıncık Ana mânevi kızıdır) ve böylece Çelebilerin atası olacak çocuklar doğmuştur. Çelebiyanlık kolu Anadolu Aleviliğinin ağırlık merkezi olarak işlevini sürdürdü.
Mühtemelen bu ayrılık ve Çelebiyanların Anadolu’daki etkisi sonraki senelerde Aleviliğinde değişmesinde etkili olacaktır. Bazı Ocaklarda sonra Bektaşileri “Serçeşme” olarak kabul ederek Bektaşiliğe bağlandılar.
- 8 şubat 1514 Romanyalı tarihci Nicolau Jorga “Osmanlı Tarihi” kitabında Venedik locası arşivlerinde bulduğu 8 şubat 1514 tarihli bir belgede, Osmanlı Anadolusunda ahalinin beşte dördünün (%80) Alevi olduğu yazılı. Anadolu Dini inançları üzerinde yazılarıyla ünlü Prof. Franz Babinger bunu abartılı buluyor ama yine de bu dereceye yakın olduğu kanaatinde.
-16cı yüzyıl Alevi Ayaklanmaları
Osmanlı'nın ağır baskıya dayanan toprak-vergi-köylü siyaseti, Aleviler ve Alevilik inancına horbakışı, Alevileri “mülhid, rafızi (dinsiz, sapık)” olarak nitelemesi ve hakaretin ötesinde Aleviliği “ağır suç” kapsamında görmesi, ayaklanmaların ana nedenleriydi. Bu isyan hareketlerinin çoğunluğu Bozok (Yozgat), Tokat, Artova, Kazova (Tokat-Turhal arasındaki ova), Sivas ve Erzincan yöresinde düğümleniyor, güçleniyor, büyüyüp taşıyor. Ya da çözülüp yokoluyor. Önemlilerinden bir kaçı...
1- 1509-11 yılları arasında Şah Kulu Sultan ayaklanması. Bu, Şah İsmail Safevi'yi dayanak alıp başlayan, ama kısa zamanda bağımsız gelişerek, Anadolu ve Rumeli'yi saran ve doğrudan siyasal iktidara yönelik bir Alevi halk hareketiydi.
2- 1512-14 Nur Ali Halife ayaklanması. 1512 yılında Tokat, Amasya, Yozgat ve Çorum yörelerindeki Alevi kitleler tarafından gerçekleştirildi.
3- 1517 Bozoklu Celal ayaklanması: Yavuz Selim'in Mısır seferi sırasında Amasya ve Tokat bölgelerinin Alevi Türkmenlerini başına toplayan Bozoklu Celal eyleminin tabanının oluşturan 20 bini aşkın yoksul halk ve köylüler, iki yıla yakın süre Osmanlı'ya karşı mücadele verdiler. 1517de halifeliğin Osmanlı Sultanlarına geçmesiyle başka bir boyut kazandı.
4- 1519 Şah Veli ayaklanması 1519'da Yozgat'ta başladı. Şah Veli, Bozoklu Şah Celal'ın talibiydi. Çevresinde toplanan 4 binden fazla insanla Celal'ın öcünü aldı. Zile'de Sivas beylerbeyi Şadi Paşa'yı savaşa zorlayarak, birliklerini dağıttı. Çarpışmalarda Sivas defterdarı öldürüldü ve Şadi Paşa yaralandı. Bu olayla Şah Veli büyük ün kazandı. Şah Veli’nin kuvvetleri, aynı yılın ortalarına doğru, Kızılırmak üzerindeki Şahruh köprüsü yakınlarında Osmanlının Husrev Paşa’sına yenildi ve büyük bir Alevi katliamı daha yapıldı.
5-1525-27 Süklün ve Baba Zünnun ayaklanmaları da Alevi Türkmenlerin yoğun olduğu Bozok'da (Yozgat) çıkmış, Tokat, Sivas, Amasya, Maraş, Adana, Tarsus ve İçel yörelerine kadar yayılmıştı. Türkmen oymaklarından Süklün aşiretinin Koca Dede'sine devlet memurlarının yaptığı hakaret (hiç bıçak vurmadığı sakalının, bıyığının zorla kestirilmesi), Alevi Türkmenlerin geniş tepkisine yol açan bir kıvılcım oldu. Yoksul halkın başa geçirdiği Baba Zünnun'un 1525'lerde başlattığı ayaklanma, hızla gelişip yayıldı ve 1527'ye kadar sürdü.
6- 1527/28 Kalender Çelebi (Nurhak)isyanı çıktı: Baba Zünnun ölmüş, fakat yandaşları dağılmamış, mücadeleyi sürdürüyorlardı. Çünkü Bektaşi postnişi olan Kalender Şah, Ankara-Kırşehir yöresinde ayaklanmış, süratle Kazova'ya doğru geldi. Bu iki eylem, Alevi-Bektaşi inancındaki halk kitlelerinin ilk ciddi toparlanışı ve birlikte hareket etmeyi ilk denemeleridir. İki ayrı cephede aynı beyleri ve vezirleri şaşkına çevirip yenilgiden yenilgiye sürüklemeleri bir rastlantı değildir. Bu, Alevi-Bektaşi inancındaki halkın siyasi birliği, “İstanbul şehrindeki tac-ı devleti” elegeçirmek için bilinçli bir andlaşma ve güçbirliğidir. Sonuçta Osmanlı, savaşta yenemediği Kalender güçlerini onların hazır olmadığı içten parçalama siyasetiyle güçten düşürdü. Kalender Çelebi, elinde kalan birkaç bin kişilik kuvvetle Kayseri- Sarız üzerinden Nurhak Dağları'na çekildi. Elindeki inançlı ama yetersiz kuvvet, Sadrazam İbrahim Paşa'nın adamları tarafından Başsaz (ya da Başsan) adlı yerde tuzağa düşürüldü. Kalender'in taraftarlarından pek azının kırımdan kurtulabildi.
Bektaşi Tekkeleri uzun bir zaman kapatıldı.
- 17ci yüzyıl sonrası Alevilerin içe kapanma devri: Osmanlının duraklama devrine girdiği dönemden itibaren Anadolu’da bölge bölge ocaklar, hatta bu ocakların içinde bâzı köyler, korkudan içlerine kapandılar, dağlık bölgelere göç ettiler ve bir Dede etrafında kapalı devre yaşadılar. Sünni İslam baskısıyla ve «Kızılbaş»lık etrafında ki karalamalardan kendilerini müdafaa durumuna düşüp saklanmak için tedbirler almak, « takiyye » yapmak ve erkânlarında bir çok değişiklikler yapmak (mesela bâzı yörelerde Türk geleneğinden cem ayinine gelen «dem»in kaldırılması gibi), hatta yer yer Sünni İslamı andıran (arapca dualar gibi...) unsurlar ilave etmek zorunda kaldılar. Anadolu Alevi İslamı «görünmez» olmağa gayret etti.
Bu dönemden itibaren Alevilerle Bektaşilerin de farklı gelişmeleri göz çarpıcıdır. Sosyal açıdan Balkan’lardaki ve İstanbul’daki Bektaşilerle Anadolu’daki Aleviler arasında farklılaşmalar daha fazla göze batar oldu. Anadolu köylüsü daha da fakirleşirken eğitimden de nasibini alamadı. Siyasi açıdan, isyanlar ve ekonomik sıkıntılardan dolayı, Anadolu din liderleri iktidardan uzaklaştılar. Kentlerde az çok okur yazar ve sınıfsal olarak merkezi idareye yakın olduklarından resmi inanışın etkisiyle erkânlarında Kur’andan âyetler ve süreler okuyarak değişiklikler yaptılar.
- 15 Haziran 1826 Yeniçeri Oçağı ve 10 Temmuz 1826 Bektaşi Dergahları kapatıldı: 19cü asrın başlarında Tanzimat hareketiyle büyük değişiklikler oldu. Bu değişikliklerin, dînî açıdan da, hem sünni hem Alevi-Bektaşi kesimde önemli neticeleri oldu. Bektaşiliğin önemli etki alanı Yeniçerilik 15 Haziran 1826 da kapatıldı. Ocağa manevi destekle birlikte halkın yakınlığını sağlayan Bektaşi Dergahları IIci Mahmut tarafından Seyhülislam Arif Efendi'nin fetvasiyla 10 Temmuz 1826 kapatıldı. İstanbul’da Bektaşi büyüklerinden bazıları öldürüldü binaları yıkıldı. Tüm İmparatorlukta dergahlar kapatıldı ve talan edildi. Bektaşi babalarının çoğu sürüldü, dervişleri dağıtıldı, mülklerine el konulup cami, medrese, kervansaray, hastane gibi işlerde kullanılmak üzere verildi. Istanbul Bektaşi tekkelerinden bir çokları içlerindeki tüm eşya ve elyazması kitaplarıyla birlikte yakıldı. Dergah postnişliğine Naksibendi seyhi Mehmet Sait Efendi atandı. Böylece bütün Bektaşi mal ve mülkü Nakşibendilere verildi ve kalan dergah ve tekkelerin başına hep Nakşiler getirildi. Ancak tarikat yasadışı olarak yaşamını sürdürdü. Rumeli yavaş yavaş kaybedilmeğe başladığı zaman Bektaşilerde kısmen önemlerini kaybettiler.
- İlk çağdaş diyebileceğimiz Alevi kimlik sorgulanması: Bu değişikliklerin Anadolu Batınî İslam tarikatları ve Alevi Ocakları üzerinde de etkisi oldu. Kırsal kesimde, nadir de olsa, bazı irili ufaklı ocaklar zamanla uğradıkları sünni etkilerden kurtulma çabaları gösterdiler. Mesela Tokat yöresine hakim olan Hubyâr Sultan ocağını fazla «sünnileşmiş» bulan bir kısım Aleviler bu ocağı terkederek Tokat-Zile’de Veli Baba-Ança Bacı etrafında toplanıp ayin ve erkânlarını bu etkilerden arındırdılar. Tabii bu arındırmanın ne derecede bir arındırma olduğunu yorumlamak bize düşmez; mühim olan ufakta olsa bir Alevi topluluğunun böyle bir zorunluk hissetmesidir. Bu yavaş yavaş yaygınlaşarak sonra daha açık seçik sorulacak «Biz kimiz? İnançlarımız neden böyle? Nereden geliyor bu inançlar? » gibi kimlik sorularının bir başlangıcıydı.
«Alevi» terimi de bu sıralarda tekrar dini konuşmalarda yerini almağa başladı. Osmanlı arşiv belgelerinde 19.cu yüzyıldan önce « Alevi » kelimesine rastlanmazdı. Tarikatların eriyip kaybolmasıyla, geri kalan ocakların, birbirlerinden farklılıklar göstermelerine rağmen Bâtınî İslamın temsilcisi olarak aynı temelden çıktıkları için yani hepsinin Ali yandaşı (Şia-i Ali) Gayrı Sünni olmaları ve Sünniliğe karşı bir çatı altında isimlendirilmek istemeleri , genel bir kavram olarak «Alevi» teriminin dilimize girmesini sağladı. Yani bir «kimlik arama» ve bu kimliği adlandırma, tarif etme, kendini kabul ettirme devri başladı diyebiliriz. Osmanlı siyasi iktidarı tarafından «kullanılıp» sonrada görevini bitirince «terkdedilen» Bektaşilikte bu yeni «Alevi» kavramı içinde kaldı.
-1915 te “Seyyitler Toplantısı” ile ilk Alevi Ocaklar işbirliği girişimi: I. Dünya savaşı’na Osmanlı’nın girme kararı ardından 1915 sonbaharında Malatya Arguvan Mineyik’ta “Seyyitler Toplantısı” yapıldı. Toplantıya bildiğimiz kadarı ile Ağuçan, Kureyşan, Şeyh Hasan, Kara Pir Bad, Baba Mansur, Üryan Hızır, Hıdır Abdal, Battal Gazi, Sinemil, Hubyar, Güvenç Abdal, Piri Baba, Derviş Cemal, Garip Musa, Gözü Kızıl, Hüseyin Abdal, Dede Kargın, Şıh Bahşiş, Şeyh Ahmet, Şah İbrahim, Pir Sultan, Şah Şaddı, Hızır Samut, Saru Saltuk, Çoban Abdal, Şeyh Delil Berhican, Haydar Baba, Seyyit Sabur, Celal Abbas, Zeynel Abidin, İmam Rıza, Koyun Baba, Şıh Çoban, Veli Baba, Koca Leşker, Abdal Musa, Ali Baba, Hüseyin Gazi, Hasan Dede, Koç Baba, Dedemoğlu Ocakları katılıyor. Sonradan Hacıbektaş postnişini Cemalettin Çelebi’nin de katıldığı bu toplantıda önemli kararlar alındı:
1- Ocakların taliplerinin köy/köy belirlenmesi,
2- Katılan ocakların “Mürşid-Pir–Rehber” bağlantıları açıklanıyor,
3- Genç yaşta olmasına rağmen Hüseyin Doğan Dede’nin İnsan-ı Kamil olarak mürşitliği, Cemalettin Çelebi’nin de Hacıbektaş postnişinliği oy birliği ile tescil ediliyor.
4- Bir “Mücahidin Alayı” kurulması ve C. Çelebi’nin bu alayın başına geçmesi
Burada bilhassa ilk iki nokta Anadolu Aleviliğin niceliği ve niteliği açısından bir “Birlik” perspektivinde çok önemli bir girişim vardır. “Ne kadarız ve kim kime bağlı?” ve “Dinsel bağlantımız nedir ve dinsel otorite kimde?” sorularına cevap aranıyor. Bu sorgulamalar bugün içinde geçerlidir.
Bu toplantı ve Mücahidin Alayı’nın kurulması, Kurtuluş Savaşı hareketi ile Alevi ve Bektaşi kesimin bağlarını da bir anlamda belirliyor.
- 11 eylül 1919 da Sivas Kongresinden sonra Ankara'ya giderken Hacı Bektaş'ta Çelebi Cemalettin Efendi ile 2 gün görüştü. “Pirevi Protokolu” hazırlandı. Pirevi Protokolü Sünni halifeliğin kaldırılmasını ve okullarda Sünni-Hanefi İlmihali'nin okutulmamasını öngörüyordu. M. Kemal bizzat söz verir. Buna karşılık Alevi-Bektaşiler de ulusal mücadeleyi destekleyeceklerdi.
- 23 nisan 1920 Cumhuriyet'in ilanından önce ilk Millet Meclisi başkanı Mustafa Kemal başkan yardımcılığına Cemalettin Çelebi'yi getirdi. Mecliste de bir çok alevi mebus vardı.
-30 kasım 1925 Tekke ve zaviyelerin kapanması; derviş,dede unvanlarını kullanmak yasak. Tekke ve zaviyelerde talanlar oldu. Buna rağmen alevilerin Cumhuriyete desteği devam ediyor.
- 1950 li yıllardan itibaren ekonomik sıkıntıdan köylerden şehirlere göç ve köylerde dedeler ile gençler arasında genel olarakta cemlerde çözülme başladı. Kentsel alanda Alevilerin ilk dernek örgütlenmeleri, kanunen alevi kelimesinin kurumsallaşmada yasak olmasından “köy dernekleri” olarak ortaya çıktı. 1955’de Ankara’da “Ocakköyü Kalkınma Derneği”, 1957’de İstanbul’da ise “Divriği Kültür Derneği” bilinen ilk Alevi dernekleridir.
- 27 mayıs 1960 devriminden sonra yeni alevi uyanışı ve derneklerin açılışı. Yeni anayasa. 12.ci madde: “Herkes dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin kanun önünde eşittir....” ile 19.cu madde “Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.... (...) Din eğitimi ve öğretimi ancak kişinin kendi isteğine....bağlıdır”.
- 1960’lı yıllar Alevilerin ve örgütlenmelerinin ele avuca geldiği dönemdir. Bu dönemde “Hacı Bektaş” ismiyle kurulan derneklerin sayısı 20’yi bulur, Alevi ismi kullanılmadan Cem gibi, Ehlibeyt gibi ilk Alevi dergileri bu dönemde yayınlanır.
- Diyanetin değişmesi için kanun teklifi 1963: Yeni Anayasa’daki değişiklikler sonrası Diyanet İşleri Başkanlığının görev, yetki ve sorumluluklarını belirlemek için hazırlanan kanun teklifi 1963 te parlamentoya geldi. Tartışmalar, kanun tasarısında bulunan “Mezhepler Müdürlüğü” nün kurulmasıyla ilgili madde etrafında yoğunlaşmıştı. Teklifteki bu maddeyle ilgili Adalet Partisi ve Adalet Partisi’ne yakın yayın organları adeta bir linç kampanyası başlattılar ve akıl dışı yayınlarla Sünni çoğunluğun hassasiyetlerini kaşıdılar. Teklifin sahibi, koalisyon hükûmetinin Başbakanı İsmet İnönü gelen yoğun tepkiler sonucunda, toplumsal bir tepkiden çekinerek teklifi geri çekmek zorunda kaldı. Bu geri çekilme belkide Alevi örgütlenmelerinin yapılanmasını tetikleyen olaylardan biri oldu.
- İlk Alevi kimlik mücadelesi: 1963 Alevi Bildirisi Ankara’daki farklı fakültelerden 50 kadar Alevi üniversite öğrencisi, bir bildiriyle sağcı gazeteleri kınamayı amaçladı. Kürt Alevi öğrencilerden bir kısmı bildiriyi imzalamadı. Bu yüzden bildiriyi hazırlayan temsilci sayısı dörde indi: Seyfi Oktay, Mustafa Timisi, Ali İlhan ve Engin Dikmen.
Bildiriyi kaleme alma görevini, o tarihte Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Seyfi Oktay aldı. Toplantılar ve tartışmalar, Timisi’nin bürosunda yapılıyordu. Seyfi Oktay ve Mustafa Timisi’nin de içinde bulunduğu Alevi inançlı tertip komitesi, bir basın açıklaması yaptı. Devletin bir kurumu olan Diyanet’in her türlü inanca eşit mesafede durması ve laiklik prensiplerine göre hareket etmesi; Alevilere de bu düzlemde yaklaşılması isteniyordu.Alevi Öğrenci Bildirisi, ülke çapında ses getirdi. Basında geniş yer aldı ve tartışma konusu oldu. O tarihte sol-demokrat-aydınlanmacı çizgide yayın yapan Akşam gazetesi, tam metni yayınladı. Köşe yazarları öğrencileri destekledi. Bu bildiriyi, İstanbul’daki Alevi üniversitelilerin bildirisi izledi.
- 1965 te çıkarılan 633 sayılı kanunla Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeniden düzenlenmesi istendi. Hiç bir şey değişmedi.
- 16 haziran 1966 Ortaca Cumhuriyet Dönemi ilk Alevi katliamı: 12 gün süren bu çatışmalarda ne kadar insan öldüğü tam olarak bilinmiyor. Dönemin karanlıkta kalmış/bırakılmış Alevi katliamlarından birisidir Ortaca katliamı.16 Haziran’a kadar devam eden çatışma ve baskılar sonucu birçok Alevi Türkmen bölgeyi terk etmek zorunda kalır. Kalanlar ise silahla nöbet tutarak her an korku içerisinde yaşamaya devam ederler. Günümüzde de bu sinmişlik ve korku kendisini belli etmektedir.
- 17 ekim 1966 da Alevi kökenli bir grup siyaset adamınca Birlik Partisi (BP) kuruldu, genel başkanlığa Hasan Tahsin Berkman getirildi.1973'te Türkiye Birlik Partisi adını aldı ve 1981'e kadar faliyet gösterdi.1969 seçimlerinde 254,70 oy alıp (%2.8) 450 mebusluk meclise 8 mebus çıkarttı. Ancak 5 milletvekilinin Adalet Partisi’ne “güven oyu” vermesi Alevi örgütlenmesinde de ciddi bir kırılmaya neden olur. 5 Haziran 1977'deki genel seçimlerde aldığı 58.540 oyla (%0,4) TBP hiç milletvekili çıkaramadı. Bundan sonra TBP'nin siyasal etkinlikleri fiilen sona erdi, parti başka hiçbir seçime katılmadı. 12 Eylül 1980 Darbesi'nden sonra etkinliği durdurulan TBP 16 Ekim 1981'de öteki bütün partilerle birlikte Milli Güvenlik Konseyi tarafından kapatıldı.
- Alevilere yapılan toplu saldırılar
- 16 haziran 1966’da Ortaca’da meydana gelen olaylar ve katliam
- 11 haziran 1967 Malatya/Elbistan saldırısı (Mahsuni Şerif konseri sonrası)
- 15 Aralık 1968 Hekimhan (Malatya) Saldırısı
- 5 mart 1971 Kırıkhan katliamı
- 3-4 eylül 1978 Sivas Ali Baba mahallesi katliamı
- 24-26 aralık 1978 Maraş katliamı
- 3 aralık 1979 2.ci Kırıkhan katliamı
- 27 mayıs-4 temmuz 1980 Çorum katliamı
- 2 temmuz 1993 Sivas'ta Pir Sultan Abdal etkinliği ve Madımak oteli katliyamı...
- 12/13 Mart 1995 İstanbul'da Gazi mahallesi ve 14/15 Mart 1995 Ümraniye/katliyamı
- 2015 10 yıldan fazla zamandır süren davalarda Strasbourg'ta AİHM “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi”, “Cemevleri Elektrik masrafları” ve “Eşit Vatandaşlık Hakları” davaları kazanıldı. Ama Türkiye Devleti ve Hükümeti 2020 de hâlâ bu kararları kanunlaştırmadı.
Yazılı Tarihi kaynaklar
Bu tarihi olaylar yanında Aleviliğin kullandığı terimleri tanımlayan veya tanımları etkileyen, yol gösteren, Kur’an’ın dışında, bir çok yazılı erkânnameler ve yazılı değişik tarihi kaynakları vardır:
1- Nech’ül Belaga: Ali ibn Ebu Talib'e isnad edilen metinlerin toplandığı kitaptır. Hz. Ali’nin hayatı boyunca söylediği önemli sözler, İslâm dininin esaslarına ve o esasın gerektirdiği hükümlere, kanun koyuculuğa ve tatbikatına ait olmuş, ayrıca sosyal, ekonomik ve toplumu ilgilendiren meselelere değinerek bunları sınırsız bir bilgi kudretiyle açıklamıştır.
İslâm dininin sosyal yönünü aydınlatıcı ve şüpheleri giderici, meçhul birçok konulara ışık tutucu, ayrıca tarihî olayları sebep ve sonuçlarıyla açıklayıcı Hz. Ali’nin söz, hutbe, öğüt, vasiyet, mektup, vecize ve duaları Şerif Râzî adıyla tanınan diye tanınan Ebû’I-Hasan Muhammed bin Ebi Tahir Ahmed el-Huseyîn bin Musa Şii âlimdir (Milâdi: 970-1016) tarafından toplanıp bir araya getirilmiş ve buna “Nehcü’l-belâğa” adı verilmiştir. Hz. Ali’nin, 239 hutbe, 79 mektup ve 480 hikmetli kısa sözden oluşur.
2- Ali Divanı: Hz. Ali tarafından söylenmiş manzum sözlerin (şiirlerin) Şerif Murtaza (Şerif Râzi’ nin kardeşi) denmekle ünlü Ebu’l-Kasım Ali bin Tahir'in (öl.1044) derlediği ve Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük bilginlerinden Müstakim-zâde Süleyman Sadeddin’in manzum olarak 1769-72 tercüme edip açıkladığı “Hazret-i Ali Divanı ve Açıklaması”. Hazret-i Ali tarafından çocukluk yıllarından başlayarak olgunluk ve ihtiyarlık yıllarının son demlerine kadar söylenen manzum söz ve şiirler, münâcat (Allah’a dua etme)ve nasihatleri ihtiva eden düşüncelerin düzenlenip bir divanda toplanmasıdır.
3- Ümmü-l Kitâb:Aleviliğin elimizdeki bilinen en eski yazılı kitaplarından biri. Beşinci imam Muhammed Bâkır’ın (676-733/4) öğrencisi ve müritleriyle soru-yanıt yöntemiyle yaptığı konuşmaları, Bâtınî bağlamda dinsel-inançsal görüşlerini içermektedir.
4- Kitâbu'l-Mecmû: Arap aleviliği Nusayriliğin en önemli kutsal kitabı olarak tanınmaktadır. Nusayriliğin ikinci kurucusu olarak tanınmış Şeyh Yaprak adı ile şöhret bulan Hamdan el-Hasibî (873-957) bu eseri onaltı sureden oluşur.
5- Fakr-nâme: Çağatay Türkçesi ile yazılmış olan Ahmet Yesevî’nin Fakr-nâme nüshaları Taşkent, Duşanbe ve Almatı Kütüphanelerinde bulunur. Fakr tasavvuf kültürü ve edebiyatında “manevi yokluk” veya “Allah’a muhtaç olduğunun farkında olmak” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Orta Asya'da Türkler arasında İslamiyet’in ve tasavvufun yaygınlaşmasına öncülük eden Ahmed Yesevî’nin, Türkçe yazdığı “Hikmetler”i yanı sıra tasavvuftaki incelikleri, tarikât adabını, usulünü, erkânını, kâmil bir şeyhin, bir dervişin vasıflarını, tasavvuftaki “Dört Kapı Kırk Makam”ını Fakr-nâme adlı eserinde ele almıştır.
6- Makalat: Hünkar Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen ama tahminen 15ci yüzyıl sonlarında veya 16cı yüzyil başlarında yazılmış Hacı Bektaş Veli’nin yol ve erkanına ilişkin görüşlerini ve “Dört kapı 40 makam” eğitim öğretisini açıklayan yapıt. Ahmet Yesevi’ye dayandırılan Fakr-Name’de bu yapıtla benzerlikler taşır.
7- Buyruk: İmam Cafer Buyruğu (kısaca Buyruk) ayrıca Menakıb-ı Evliya, Menakıpname, Fütüvvetname gibi çeşitli adlarda taşır. Alevi inancının, kurallarının ve davranışlarının, törenlerde izlenecek yolun-yöntemin açıklandığı, Kur’an’daki ayetlerin nasıl yorumlanması ve anlaşılması gerektiğini İmam Cafer’e dayandırarak anlatan erkânnamedir. Genellikle İzmir ve Malatya elyazmaları esas olarak alınır. İmam Cafer’in ürünü olarak kabul edilsede temelde sonraları müritleri tarafından kaleme alınmış bir yapıttır.
Ayrıca Erdebil Tekkesinden Şeyh Safi’nin oğlu Şeyh Sadrüddin ile yaptığı konuşmalarını içeren ve Şah İsmail’e dayandırılan Menakıb-ül Esrar küçük Buyruk olarakta kabul edilir.
8- Tasavvuf Kaynakları: Basra, Küfe ve Bağdat mekteplerinin ve bu mekteplerdeki Hasan el-Basrî, Cüneyd-i Bağdadî, Rabia el-Adeviyye, Hallac-ı Mansur ve ibn Arabî gibi sufiler ile Beyazid-i Bistamî ve Ahmet Yesevi gibi Horasanlı sufilerin, Anadolu’da Yunus Emre’nin, Hata’î’nin ve Pir Sultan Abdal’ın ve diğer ozanlarımızın eserleri.
Bugün “Biz Aleviyiz” diyen bir can bilmelidirki kulladığı her terimin belirli bir tarihi süreçten geçmiş tanımı ve her tanımın da bir alevi kaynakta dayanağı vardır. Ben aleviyim diyen bu geçmişe sırtını dayamalı ama aleviliği de yaşadığı çağdaş yaşamda da ikrarının özünü bilerek yaşamalı.
DİĞER BÖLÜMLER
1- ALEVİLERİN AVRUPA ÜLKELERİNDE YAŞAMI
2- ALEVİLİK ÜZERİNDE BİLGİ KİRLİLİĞİ
3- TALİP-DEDE-MÜRŞİT İLİŞKİLERİNDE SORUNLAR
4- ALEVİ KURUMLARININ YAPISAL,HUKUKSAL VE SİYASAL SORUNLARI
5- ALEVİ EĞİTİMİNİN ALTYAPISI ve ÖĞRETİMİ
6- ALEVİLİĞİ VE TERIMLERİNİN DİNBİLİMİ İLE TANIMLAMA
7- ALEVİ TARİHİNİN VE ALEVİLİĞİN MİHENK TAŞLARI
8- SONUÇ