ALEVİLERİN YURT DIŞINA GÖÇÜ
SORUNLAR ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
1- ALEVİLERİN AVRUPA ÜLKELERİNDE YAŞAMI
Yol içinde yol ararsın
Yol Muhammed Ali’nindir
Yetmiş iki dil içinde
Dil Muhammed Ali’nindir
Pir Sultan Abdal
İÇİNDEKİLER
A- HEDEFİMİZ NE? 3
B- KIRSAL KESİMDEN KENTLERE GÖÇ 4
1- 1950li senelerden itibaren Göç ve kentsel ortamda alevilik 4
2- Yurtdışı Göçle ilgili Genel Bilgiler 5
C- ALEVİLERİN GÖÇTE YAŞAMI 8
1- Entegresyon Sürecinde Kimlik ve Din 8
2- Aleviler Hakkında Genel bilgiler ve Batı Avrupa’ya Göç 9
3- Alevilerin Genel Dinsel Haklarının Hukuksal Dayanağı 11
4- İsviçre, Almanya ve Avusturya Alevi Topluluğu hakkında genel bilgiler 12
- İsviçre’de
- Avusturya’da Alevi yapılanması, resmi kabul ve sonrası
- Almanya’da Alevi yapılanması
5- Genç Kuşak Aleviler 17
6- Avrupa’da ilk Alevi Yapılanması ve sorunların yüze çıkması 19
7- Almanya’da ilk Alevi yapılanmasında ortaya çıkan Alevi sorunlarının özeti
25
a- Aleviliğin İnançsal yönden tanımı ve bilgi kirliliği sorunları 25
b- Dedelik kurumunda ve Talip-Dede-Mürşit ilişkilerinde ve İkrar verme, 26 Musahiplik, Görgü ve Cemlerin işlevinde sorunlar ve dinsel eğitim eksikliği
c- Alevi kurumlarını siyasi ideolojilerden arındırılması ve toplumsal 26 yaşamda varlığını siyasi ve hukuksal alanda kabul ettirmesi.
8- İlk Alevi Yapılanmasından Bugüne Sorunları Etkileyen/Değiştiren Olaylar
27
9- Her «Biz Aleviyiz» diyen Alevi olabilir mi? 32
A- HEDEFİMİZ NE?
27 Eylül 1987 tarihli Nokta dergisi, “Alevilik Tarihe Karışıyor: Dinsel, Kültürel ve Politik Bir Yok Oluşun Öyküsü” başlıklı bir kapakla çıkmıştı. Çok ses getiren bu haberde, kentleşmenin Alevi kültürünü erittiği, dedelerin toplumsal misyonunu yitirdiği, cem törenlerinin toplanamadığı ve artık sağ partilere de oy vermeye başlayan Alevilerin karşı olma ve isyan ruhunu yitirdiği belirtilmekteydi. Aynı derginin 13 Mayıs 1990 tarihinde çıkan sayısının kapak konusu ise “Sessizlik bitiyor: Aleviler inanç özgürlüğü istiyor” olacaktı. Nasıl olmuştu da bittiği ima edilen Alevilik, aradan üç sene geçmeden özgürlüğünü talep eden bir inanç/kültür haline gelmişti? Aradaki üç yıllık dönemde yaşanan en kayda değer gelişme, alevilerin kurumsallaşmaya başlaması, Nokta dergisinin haberinden tam bir hafta önce, 6 Mayıs 1990 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan, Gencay Saylan, Şenay Kalkan ve İlhan Selçuk’un, Alevilerin önce varlığına sonra da farklılığına vurgu yapan yazı dizisinin yayınlanması ve “Alevi Bildirgesi” yayınlanmasının ses getirmesi oldu. Bildirge, sesiz kalmış bir kimlik siyasetinin, Alevi hareketinin işaret fişeğiydi.
Bazılarının Aleviliği İslam’ın dışında olduğunu iddia etmesine rağmen Alevilerin büyük bir çoğunluğu, İslam tarıhî ve dinbilimiyle bilinçli bir şekilde inançının, İslam’ın bir yorumu, hatta özü olduğunu, biliyor ve her Cem’de bunu görüyor, yaşıyor ve yaşatıyordu. Bu tartışmasız bir gerçek. Ama bu var olan inançsal yaşamı sesizce yaşamak toplumca “görünür” olduğunu ve ayrımcılık yapılmadan kabul gördüğü söylemek zor. Ayrıcasormamız gereken bir soru var: aleviliği ne kadar bilinçli yaşıyoruz? “Hak, Muhammet, Ali” yolunda çok sesli İslam topluluğunun neresinde olduğumuzu, edep-erkânımızın sadece şeklini değil Bâtınî-Tasavvufî derinliğini ve alevi yaşam öğretisini günlük yaşamda sürdürecek kadar bilinçli olarak yaşıyor muyuz? İnancımızın gereklerini siyasi ve ideolojik ön yargılardan uzakta bilim ve ilimle incelemeli, çağdaş yaşamla uzlaştırıp içtenselleştirmeli ve Rıza Şehri idealine ulaşmak için yaşamalıyız.
Aleviliğin tarihsel ve dinsel gerçeğini ifade etmek, çağdaş yaşamda inancımızı yaşamakta ve yaşatmakta hiç bir sorunumuz olmadığı anlamına gelmez. Dinler Tarihinde, hiçbir dinî inançın insan toplulukları tarafında bir günde kabul edilmesi ve geçmiş inançlarını bırakıp yaşatılması görülmemiştir. Kültür ögelerinden biri olan dini inaçlarda uzun ve yavaş bir değişime ve oluşuma tabidir. Sonra öz aynı kalsa da değişik yorumlar oldu ve her yorum kuruluşundan bugüne kadar hiçbir şey değişmemiş gibi devam etmedi/ettirelemedi. Her toplum, dinî inaçlar dahil, bütün faaliyetlerinde günlük yaşamın kaçınılmaz devamlı değişimine uyum sağlayarak gelişti. Bazen, zorunlu veya gönüllü, toplu veya ferdi göçler gibi değişimler de sorunları daha fazla yüze çıkardı ve uyumları-çözümleri zorlaştırdı.
Anadolu’da Alevi olarak oymak-boy veya aşiret temelinde yapılanmış ve kapalı köy ortamında yaşadığımız düzeni ekonomik, siyasî ve toplumsal nedenlerle terkedip kentsel ortama ve/veya yurt dışına göçümüz bir dizi sorun yarattı. Bu çok sesli karmaşık sosyal, kültürel, dinsel ve ekonomik kentsel ortamda göçle yeni gelenin toplumsal uyum sağlaması açık veya dolaylı bir dizi kimlik sorgulamasından geçti. Hangi yöreden geldiği, ailevi etnik kökleri ve inançsal kimliği yerleşim bölgesine uyumuna göre değişti. Bu göçte, kentsel alanda, genellikle aynı köyden ve yöreden gelenlerle birlikte olmak yerleşimi ve uyumu kolaylaştırdı ama genel olarak göçün getirdiği bütün sorunları halletmedi. Hangi yöreden gelirse gelsin Alevi topluluklarının inançlarını köydeki toplumsal-dinsel yapısını ve dengelerini, bu yapıya ters düşen kentsel ortamda yaşatmaları büyük zorluklar ve sorunlarla karşılaştı. Üstelik Alevileri önyargılarla tanıyan ve/veya karşıt olan sünnî inançın hakim olduğu ortamda sorunlara cevap bulmayı devam ettirmeleri, dirençle ve ayrımcılıkla karşılaşmaları zorluğa zorluk kattı. Bu yeni ortamda kendilerini inançsal farklılıklarıyla tanıtma ve kabul ettirme/edilme mücadele etme ihtiyaçı doğdu.
Çözümler ararken, asırların getirdiği içe kapanış ve ezilmişlikle çok pasif kalındı, güven kaybı oldu ve geç tepki gösterildi. Dıştan ayrıştırma veya asimilasyon (benzerleştirme) girişimleri yeniden başladı. Hatta buna içimizden de “Alevi” olduğunu söyleyipte Aleviliğin İslamın dışında olduğunu söyleyenlerin, Alevi dinsel terimlerini çarpıtma veya içini boşaltma girişimleri eklendi.
Yeni dış ortama uyum sağlama ve mücadele etme girişiminde Alevi iç yapısında da sorunlar yaşandı. İster içimizden “Aleviliyim” deyip aleviliği İslam dışına sürüklemek isteyenlere, ister aleviliği sünni İslam içinde eritmek isteyenlere gereken cevapları vermemiz bize gerçek sorunlarımızı unutturmamalı: Ocaklar ve Dedeler işlevlerinden çoğunu kaybettiler, dinsel yetkileri sarsıldı ve Dedelik kurumunun varlığı tehlikeye girdi; Talip-Dede-Mürşit-Ocak ilişkilerinin devamlılığında ve İrfan-aydınlatma hizmeti dediğimiz inançsal eğitimde eksikler ortaya çıktı. İkrar, Müsahiplik ve Görgü gibi erkânlarımızı çağdaş yaşamda sürdürmekte sorunlarımız var.
Bu sorunlara kentlerde kurumsallaşan alevi yapısında radikal değişimler olmadıkca ve siyasi/etnik-milliyetci akımlardan arınmadıkca çözüm bulma imkansız gibi görünüyor. Hele kurumlara güveni kalmamış alevileri bir çatı altında toplamak uzak bir hayal gibi görünüyor.
Ayrıca toplumsal-siyasal açıdan da bazı kurumların ve siyasî sorumluların açık Alevi karşıtlığına, katliamlara ve devletin-adaletin taraftar tutumuna karşı caydırıcı cevaplar veremedik ve etkisiz kaldık. Bir siyasi partinin, CHP’nin arka bahçesi olarak görüldük ve diğer partilerin hedefi olduk. Aynı zamanda CHP’in son senelerdeki ortanın solu ekseninin sağa kaymasına karşı ağırlığımızı koyamadık. Partiler üstü bir Alevi siyaseti üretip, vatandaşlık haklarımızı koruyamadık. Bu siyasî alanda çözümler ancak ortak paydalar etrafında Alevi Birliğinin oluşması ile gerçekleşebilir.
Sonuç olarak Alevi inancında vatandaşlar olarak ivedilikle bir yandan göçte çağdaş kentsel ortamda karşılaştığımız ibadet, edep-erkân ve dinsel eğitim ihtiyaçlarımızı karşılamak ve yaşanan sorunları çözmek, diğer taraftan da anayasa ve hukuk önünde eşit vatandaşlık haklarımızı kabul ettirmek, hak ve hukukumuzu korumak için kurumlarımızı yeniden yapılandırmak, yönetici ve din önderlerinin işlevini ve yetkilerini yeniden tanımlamak, yeni dengeler bulmak ve kurumlararası “uzlaşma” ile üstçatı kurmak için mücade etmemiz gerektiğini gördük. En kısa zamanda sorunlarımızı sağlıklı teşhiş edip gerçekçi çözümler üretmeye çalışmalıyız.
B- KIRSAL KESİMDEN KENTLERE GÖÇ
1- 1950li senelerden itibaren Göç ve kentsel ortamda alevilik
1950 li yıllardan itibaren ekonomik sıkıntıdan köylerden şehirlere göçte cemlerde ve erkânda devamsızlık ve çözülmeler oldu. Ocaklar ve Dedelik kurumu etkilerini kaybetmeye başladılar ve gerekli “birleştirici” güç olarak ortaya çıkamadılar. Kentlerde yaşanan bu “boşlukta” Alevilerin ilk dernek örgütlenmeleri “köy dernekleri” olarak ortaya çıktı. “Alevi” kelimesini dernek kuruluşunda kullanmak yasak olduğundan kentsel ortamda ilk Alevi dernekleri bildiğimiz kadarıyla 1955’de Ankara’da “Ocakköyü Kalkınma Derneği”, 1957’de İstanbul’da ise “Divriği Kültür Derneği” olarak kuruldu.
27 mayıs 1960 devriminden sonra yeni anayasa 12.ci maddesi: “Herkes dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin kanun önünde eşittir....” ile 19.cu “Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.... (...) Din eğitimi ve öğretimi ancak kişinin kendi isteğine....bağlıdır” maddesinden güç alarak yeni alevi uyanışı ve derneklerin açılışı başladı. Bu dönemde “Hacı Bektaş” ismiyle kurulan derneklerin sayısı 20’yi buldu, Alevi ismi kullanılmadan “Cem” gibi, “Ehlibeyt” gibi ilk Alevi dergileri bu dönemde yayınlandı.
1960-70 yıllarında, Anadolu Alevileri, ekonomik zorlama altında, daha da çok sayıda kırsal kesimden çıkıp kentleşmeğe başladılar. Bir çokları daha da büyük bir sıçrama yaparak çeşitli Avrupa ülkelerine çalışmağa gittiler. Bu göç bir taraftan kapalı köy düzeninden karışık açık şehir düzenine geçmeyle Alevi Dedelik Kurumunu, ayin ve erkânını (İkrar verme, Musahiplik ve Görgü Cemi, vb…) zorladı; diğer taraftanda bilinçlenmeyi ve kimlik arayışını hızlandırdı. Diğer taraftan 1978’de Maraş, sonra 1980'de Çorum ve 2 temmuz 1993’te Sivas Madımak katliamı, 12 mart 1995 İstanbul Gazi mahallesi olayları gibi olaylar ise Osmanlıdan beri fazla bir şeyin değişmediğinin göstergesiydi. Ama bu katlıamlar topluluğumuzun bilinçlenmesine, kurumlaşmasına, kendine güvenmesine ve haklarını aramasına yol açtı. Aynı zamanda kimlik aramasını daha ciddi, daha ilmi çercevede yapmağa yöneltti.
Aranan ideal değişimi oluşturamadıysak bile, artık bugün Türkiye'deki Batınî İslam yorumundan bahsederken genel «Alevi» kimliğinin daha net bir şekilde ortaya çıkmasıyla kendini yavaş yavaş 20 milyonluk “çok sesli bir bütün” olma yolunda bir toplum olarak Alevilikten söz ediyor ve bunun bilinçiyle yaşamaya çalışıyoruz.
Buna rağmen hâlâ kimlik arayışında Ocaklar ve Dedelik kurumunun büyük ölçüde yetersiz kalması, kurulan derneklerin bu yetersizliğe çözüm bulamaması, inanç ve irfan/eğitim görevini gerektiği gibi yapamayıp boşluğu dolduramaması, dernek yapılanmasında ve idaresinde etkili olamaması, neticede dinsel amaçlarına ulaşamaması, çoğu derneği siyasi akımların etkisine bıraktı. Maalesef toplu olarak haklarını arayacakları partilerüstü özgür bir Alevi siyaseti oluşturmasına da mani oldu. Siyasetin din üzerinden yapıldığı bir ortamda dernekler Dernek-İnanç-Siyaset üçgeni içinde sıkıştı ve henüz doğru yolu bulacak çözümleri bulamadı.
2- Yurtdışı Göçle ilgili Genel Bilgiler
Yurtdışına göçte de, yurtiçi göçte yaşananların üstüne bir de kültürel uyum sorunları eklendi. Yabancı bir dile hakim olup kendini ifade etmek, kişiliğini ve kültürel kimliğini yaşamada ve korumada, yerel örf ve adetlere olduğu kadar kurumsal ve hukuksal yapıyı yaşamada da zorlandı.
Yurt dışında bulunan Türkiye kökenlilerin sayıları konusunda resmi verilerde ciddi bir belirsizlik söz konusudur. Konuyla doğrudan ilgili kurumlardan Başbakanlık Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), bir dokümanında “yurt dışında 6,5 milyon vatandaşımız yaşıyor” ibaresi dışında hiçbir ciddi ayrıntılı sayısal veri yok (YTB, 2015). T.C. Dışişleri Bakanlığı da kendi web sayfasında “yurt dışında yaşayan 6,5 milyonu aşkın Türk toplumunun yaklaşık 5,5 milyonu Batı Avrupa ülkelerinde” dışında herhangi bir ayrıntı vermemektedir (T.C. Dışişleri Bakanlığı-Yurtdışında yaşayan türkler).
Nedir bu yurtdışı göçün Batı Avrupa’da niceliği ve niteliği? 2015 verilerine göre Türk vatandaşlarının en fazla bulunduğu ülkeler ve sayıları:
1 Almanya 2.502.000
2 Fransa 541.000
3 Hollanda 384.000
4 Belçika 160.000
5 İsviçre 120.000
6 Avusturya 112.150
7 Britanya 79.000
8 Danimarka 55.000
9 İsveç 39.000
10 İtalya 25.000
11 Norveç 15.000
İsviçre Konfederasyonu resmi rakkamlarına göre İsviçre’ye yerleşen 120 bin Türk vatandaşının %40 ki (yaklaşık 45 bini) İsviçre tabiyetine de geçmiş durumda. 2003 yılından itibaren bu rakkamlarda geriye dönüşlerle hafif bir düşüş görülmektedir. Türk tabiyetinde kalan 75 bin kişi arasında 25bine yakını İsviçre doğumludur.
Bu nüfusun büyük kısmı 80 darbesinden sonra İsviçre’ye gelmiştir. 1980 darbesine kadar 30 bin olan Türk vatandaşı nüfusu 1982 den itibaren yaklaşık 60 bin kişinin siyasi sığınmacı müracaatıyla 1989 kadar 90 bin artma gösterdi. Gelenlerin, siyasi sığınmacı olsun olmasın, çok büyük kısmı Antep-Maraş-Adıyaman üçgeni içindeki alevi inançındaki vatandaşlar teşkil ediyordu.
Göç eden Türk vatandaşlarının %54dü erkek,%46sı kadındır. Çoğunluğu almanca konuşulan kantonlara yerleşti. %80,4 nünde de C çalışma izni vardır. 2007 sonu rakkamlarına göre de 75bin türk vatandaşının %85’i 20-60 yaş arası çalışanlardır. Genellikle eğitim seviyeleri, 2008 verilerinde, İsviçre’lilere göre daha düşük görünüyor. Bunun sebebi Türkiye’de kırsal kesimde, bilhassa kadınlarda, eğitimin eksikleri ve 80-90 li yıllarda gelenler arasındaki yüksek eğitimlilerin diplomalarının kabul görmemesi ve kabul için gereken imtihanlardan geçmedeki zorluklardır.
Bugün İsviçre Türk topluluğu arasında yaklaşık 50 bin kişinin alevi inançında olduğunu tahmin ediliyor. Almanya’da 700 bin, Fransa 200 bin Avusturya’da 55 bin civarında.
C- ALEVİLERİN GÖÇTE YAŞAMI
1- Entegresyon Sürecinde Kimlik Ve Din
Kimlik duygusu bir boyutuyla bireyin içinde olup biten bir olgudur. Bedensel yapımız,
değer yargılarımız, inançlarımız, yaşadıklarımız ile cinsiyet, yaş, statü gibi birçok faktörle yakından ilgilidir. Diğer taraftan kimlik duygusu bireyin dışında olup bitenlerle de çok yakından ilgilidir. Örneğin geleneksel giyim-kuşamı, davranışları, yaşayışı ve çocukların eğitimindeki etkin rolü ile kadın, aile ortamında geleneksel halk dindarlığı ve kültürünün canlı bir biçimde hayatiyet bulup süreklilik kazanmasına, dolayısıyla kimlik oluşumuna önemli katkılar sağlar. Diğer taraftan bireylerin birlikte zaman geçirdiği, kurumsal ortamlar da değerlerini ve kaidelerini paylaştıkları bir sosyal öğrenme sürecidir. Bu anlamda bireyin gelişimi süreci baştan sona bir kimlik edinme süreci olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla kimlik edinme süreci hem bireysel, hem toplumsal, hem kültürel ve hem de tarihsel bir süreç olma özelliği taşımaktadır .
Avrupa’ya göç edenler arasında en büyük kimlik problemi yaşayan kuşak ikinci ve
daha sonraki kuşaklardır. 1960’larda başlayan ve dalga dalga Avrupa’nın çeşitli ülkelerine yayılan Türk göçü, yaşadıkları ülkelerin ekonomik, sosyal, siyasal demografik yaşamında göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir güç haline gelmiştir. Önemli bir kısmı içinde bulundukları ülkelerde doğup büyümüş, o ülkenin okullarında eğitimlerini tamamlamış, dolayısıyla, İngilizce/Almanca/Fransızca/İtalyanca gibi dilleri rahatlıkla yazıp konuşabilen, iletişim problemini büyük ölçüde çözmüş ve daha da önemlisi yaşadıkları ülke vatandaşlığına kabul edilmiş kimselerdir. Dolayısıyla bu kuşağın Avrupa kültür değerlerinin baskın olduğu bir toplumsal çevrede sosyalleşip sosyo-kültürel kimliklerini oluşturdukları, doğumlarından itibaren bu toplumun bir parçası olarak toplumsal hayata katıldıkları açık ve seçiktir. Doğal olarak bu kuşak kendilerinden önceki kuşaktan farklı bir tablo çizmektedir.
İki dilli ve çok kültürlü bir toplumda yetişen bu bireyler için benlik saygısının gelişimi çok önemlidir. Kendi kültürel benliğini kazanamayanların, başka toplumların değerlerine saygı duymaları, dolayısıyla yaşadıkları toplumla sosyo-kültürel uyum içinde olmaları beklenemez.
Sağlıklı bir kültürel kimlik, farklı kültürel değerlere uyum sağlamayı da kolaylaştıracaktır. Aksi takdirde özgüvenleri zayıf olan topluluklar kendi değerlerine körü körüne sarılarak yaşadıkları toplumdan uzaklaşır ve içine kapanırlar. Bu durum ise önemli bütünleşme problemlerine yol açar.
Bir toplumda bütünleşme ve uyum süreçlerin hepsi biri birbiri ile yakından ilgilidir.
Ancak bazı olgular merkezi bir konuma sahiptir. Bunlardan biri de dindir. Kimlik oluşturma başta olmak üzere çoğu sosyo-kültürel unsur az veya çok, doğrudan ya da dolaylı olarak bir şekilde dinden etkilenir. Kaynağı ne olursa olsun dinlerin insan kültür ve medeniyetlerindeki etkisi ve yeri göz ardı edilemez.
Din olgusunun son yüzyılda özellikle kolektif aidiyet anlayışında önemini yitirmesi gündeme gelse de bireysel düzlemde ve göç gibi çeşitli kimlik unsurlarının önem kazandığı durumlarda etkisini artırarak devam ettirdiği bir gerçektir. Özellikle göç ettikleri toplumdan dışlanan bireyler, farklı bir kültüre veya toplumsal yapıya geçiş sürecinde dini bağlarının daha fazla önem ve güç kazanacağı öngörülebilir.
Avrupa’daki Türk göçmenler üzerinde yapılan bir araştırmada yurtdışına göçün üzerinden on beş yıl geçtikten sonra dini tutumları bakımından kendilerini nasıl değerlendirdikleri sorusuna yaklaşık % 59’u "dine olan ilgisinin arttığını" beyan etmiştir. Yakın zamanlarda yapılan bazı araştırma verilerine göre de kendilerini "çok dindar" olarak değerlendirenlerin oranı % 7, "dindar” olarak değerlerndirenlerin oranı yaklaşık % 65, "dindar olmayanlar”ın oranı % 24.5 ve "hiç dindar olmayanlar” da %3'tür. Yine bu deneklerin, % 55 dinî vecibelerini yerine getirdiklerini, % 36’sı herhangi bir dini kuruluşa üye olduklarını belirtmiştir. Yetişkinlerin % 95'i "çocuklarının dinî yükümlülükleri yerine getirmesini" istemekte; %85'i "dinsiz yaşamın insanlar için iyi bir şey olmadığını" beyan etmektedir. Ancak burada kastedilen dini yükümlülükler arasında çoğunlukla halk inanış ve adetlerinin oluşturduğu bir takım unsurların da yer aldığı önemle vurgulanmaktadır (GÜNAY, Ünver “Göç, Din ve Değişme: Batı Avrupa’daki Türk İşçileri Örneği” Bilimname, S. 3, s 35-64. ).
Son dönemlerde Almanya Köln bölgesinde yaklaşık 500 kişi üzerinde yapılan bir araştırmada da deneklerin %75’i kendilerini orta dindar olarak nitelendirirken arasıra ibadet ettiklerini ifade edenlerin oranı %61 dir (Ayrıntılı bilgi için bakınız: ALTINTAŞ, İsmail (2008). Dış-Göç ve Din, Dem Yay., İstanbul s. 179-181). Benzer birçok araştırmaya rastlamak mümkündür. Ancak birçoğunun verilerine göre din göçmenlerin hayatında önemli bir yere sahiptir ve bu önem giderek artmaktadır.
Avrupa’da yaşayan özellikle ikinci ve üçüncü kuşak göçmenler üzerinde yapılan bazı
araştırmalarda da her ne kadar dini bilgileri zayıf da olsa, benzer eksiklikler nedeniyle temel bazı dini ibadetleri yerine getiremeseler de büyük çoğunluğunun din ve tanrı inancına sahip oldukları ve kimlik referansları arasında dinin kendine önemli bir yer bulduğu tespit edilmiştir. Aynı araştırmaya göre aile ve yakın çevre, dini inançların aktarılmasında birinci derecede önemli rol oynarken medya ve kamuoyundaki olumsuz imajlar gençlerin İslam’a bakışını olumsuz etkilemektedir.
İbadetlerin dinin en fazla görünür hale geldiği ve dini tecrübenin topluluk olarak yaşanmasına imkân veren boyutu ibadet/ritüel boyutudur. Dini eğitimi hangi kuruluşlardan alacakları, buralarda dini eğitim verecek kimselerin eğitimi hala birçok ülkede tartışma konusudur. Dış göçün ilk zamanlarında dinsel kurumlar yoktu. İlerleyen zamanlarda bir ibadethane ihtiyacını gündeme getirmiş, bu ise ihtiyacı karşılamak amaçlı bir takım örgütlemelere sebep olmuştur. 1970 başlarında bütün Batı Avrupa ülkelerinde ibadet yerlerinin sayısı 50 civarında iken, 1980'lerde 2 bin ve 1990'larda 3 bine ulaşarak hızlı bir artış kaydettiği görülmektedir.
2- Aleviler Hakkında Genel bilgiler ve Batı Avrupa’ya Göç
2005 de CİA’nın dünya çapında yaptığı dinsel aidiyet verilerine göre Alevilerinde içinde olduğu Şia’t-u Ali denen Ali taraftarı İslamî inanç topluluğu 400 milyon kişiden oluşuyor. Bu verilerde Aleviler Türkiye nüfusunun %22 sini teşkil ediyor ve o tarihte 20 milyona yakındılar. Ama bu 20 milyonun varlığını Devletin verilerinde göremezsiniz.
Elise Massicard’ın «Türkiye’den Avrupa’ya Alevi Hareketinin Siyasallaşması» kitabı girişinde yazdığı gibi bakıldığında Aleviliğin dışsal işaretleri de yoktur –veya pek azdır. Kamusal alanda Alevilere ait diye tanımlanabilecek davranış biçimleri de yok gibidir. Üstelik toplum dışına itilmiş bu aidiyet hakkında kişiye zarar verebileceği durumlarda takiye yapmak, olası ayrımcılıklardan kaçınmak amacıyla hâlâ sürdürülmektedir. Son olarak da Aleviler siyasal bir örgütlülük içine girseler bile, bunu çoğunlukla Alevi olarak değil de, daha genel çerçevelerde –örneğin sol akımlar içinde– yapmaktadırlar.
Oysa mesela Kürt milliyetçiliği uluslararası bir boyut kazanmış ve iletişim ortamında yer almıştır. Bununla birlikte 1980’lerin sonundan bu yana ortaya çıkan bir kimlik hareketi Türkiye’de ve aynı zamanda Batı Avrupa’daki göçmen topluluğu içinde Aleviliğin varlığını ileri sürmekte ve bu kimliğin tanınmasını talep etmektedir. Bu hareket Aleviliği ilk kez çoğunlukla dikkat çekici bir biçimde sergileyerek, onu çevreleyen görünmezliğe ve gizeme en azından kısmen son vermiştir; sorunun Türkiye’nin Avrupa gündemine ve AİHM ne taşınabilmesi bunun en güzel kanıtıdır.
Yine de bu kimlik seferberliği Aleviliğin daha rahat okunabilmesini tam olarak sağlayamamıştır. Bu vesileyle çıkartılan çok sayıda yayının ve alınan tavırların incelenmesi insanın aklını karıştırabilir. Nitekim yazarlar, hadisenin niteliği konusunda bile anlaşamamaktadır. Bazıları onu dinî bir hadise diye tanımlar –gerçek İslâm, İslâm’ın Şiilik veya Türklük renkleri taşıyan bir kolu, hatta apayrı bir din veya laikliğin özü olduğunu yazar. Başkaları ise onu öncelikle siyasal bir hadise olarak sunar –bu tanım, bir direniş felsefesi ve haksızlığa karşı mücadeleden hoşgörülü bir biçimde yaşamaya, hatta en kusursuz demokrasiye kadar uzanır. Kimileri de onun şamanist (Türk) veya Zerdüştî (Kürt) yanlarını öne çıkararak, Aleviliği etnik yönleriyle tanımlamaktadırlar. Şu çelişkiye bakın ki, bazıları «kimliği belirsiz bir kimlik» ten bile bahseder. (Bu tanımlamaların iyi bir özeti için, bkz. Karin Vorhoff, Zwischen Glaube, Nation und neuer Gemeinschaft: alevitische Identität in der Türkei der Gegenwart, Berlin, Klaus Schwarz, 1995, s. 77-181.)
Bizim tercih ettiğimiz yaklaşım ise diğer bölümlerde ayrıntılarıyla izah edeceğiğimiz bağdaştırıcı ve mistik (tasavvufi) yaklaşımlı bir İslam yorumu Aleviliktir. Anadolu’da etnik ve kültürel kökenleri ve farklılıkları ne olursa olsun, Alevilerin, Hakk-Muhammet-Ali Yolunda İslam’ı yorumları, Tanrı ve yaradılış anlayışı, Kutsal kitapları Kur’an’a bakış açıları, tasavvuf yaklaşımları, edep-erkânları, Cem’leri, ibadethaneleri cemeveleriyle ve kutsal günleriyle kendilerini tanımladıkları şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde, İnsan Hakları, Toledo din eğitimi gibi Uluslararası andlaşmaları, Anayasının ve kanunların verdiği güvenceyle varlığı resmen kabul edilmese de bu tartışmasız kabul edilmesi gereken somut bir gerçektir.
1965’e dek nüfus sayımlarında konuşulan dillerden söz edilir ama aynı nüfus sayımlarında beş dinî topluluk tanımlanır: Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, dinsizler ve “diğerleri”. Hıristiyanlar, kendi içlerinde Katolik, Ortodoks, Protestan, Gregoryen diye ayrılsa da Müslümanlar arasında asla Sünni ve Alevi diye bir ayrıma rastlanmaz. Alevi farklılığı, hasıraltı edilmiş durumdadır. Bu bilinçli bir politikadır: Devlet İstatistik Enstitüsü’nün müdürü Ekim 1940’ta radyoda yaptığı konuşmada, nüfus sayım memurlarına tüm Müslümanları “Sünni, Şafi, Alevi, vb mezhep ve tarikat farkı belirtmeden” Müslüman olarak kaydetmelerini açıkça bildirir (Fuat Dündar, Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar, İstanbul, Doz, 1999, s. 56.) Sadece 1960’larda çıkartılmış köy envanterlerinde, Alevi aidiyeti kayda geçirilmiş, ama bu veri de yayımlanmamıştır.
Alevi topluluğu kendi içinde büyük bir dilsel, etniksel/toplumsal ve inançsal çeşitlilik yaşar. Türkiye’nin bugünkü sınırları içinde üç dilsel topluluk ayırt edilebilir. Genellikle Nuseyrî/Nusayrî diye adlandırılan, Arapça konuşan Aleviler ülkenin güneyinde, özellikle de Adana civarında ve İskenderun bölgesinde yaşamaktadırlar. Fazla kalabalık olmayan bu topluluk Suriye Alevilerine yakındır ve diğer Alevilerle tarihsel bağları zayıftır. En kalabalık iki dil topluluğu Türkçe ve Kürtçe (Kırmancı, Zazaca) konuşur. Kırdan kente göç öncesinde,Türkçe konuşan Alevilerin en yoğun bulundukları bölge İç Anadolu’da, özellikle Kayseri-Sivas-Divriği üçgeni içinde kalan, ama aynı zamanda Hacıbektaş (Nevşehir ili) ve Ankara civarında da bulunan, ayrıca Çankırı, Çorum ve Tokat’tan Gümüşhane’ye kadar olan bölgeleri de kapsayan kırsal alanlardaydı. Ayrıca gerek Trakya’da, gerekse Ege ve Akdeniz sahillerinde de önemli Alevi nüvelerine rastlanmaktadır. Kırsal göç öncesinde Kürtçe konuşan Aleviler esas olarak Tunceli bölgesinde bulunmakta, ama aynı zamanda Elazığ, Erzincan, Bingöl ve Kars’ta yaşamakta; ayrıca Sivas, Malatya, Kahramanmaraş, Adana, Gaziantep, Erzurum ve Muş’ta da Alevi topluluklarına rastlanmaktaydı.
Bugün, kırdan kente kitlesel göçün ardından ise, en yoğun Alevi yerleşimleri büyük kentlerde ve Batı Avrupa’da görülmektedir. Elimizde ciddi bir sayım olmasa bile bugünTürkiye'de 6 bin Cemevi olduğu ve Alevî nüfusunun üçte birinin İstanbul bölgesinde yaşadığı tahmin ediliyor. Daha sonra en yoğun olarak bulundukları yöreler arasında Ankara, Adana, Bursa, Antalya, Aydın şehirleriyle, Orta ve Doğu Anadolu'da yer alan Erzincan, Sivas, Malatya, Tunceli illeri gelmektedir. Türkiye'de en çok Alevî köyü ise 60'ı karışık olmak üzere toplam yaklaşık 460 adet köy olup Sivas ilinde yer almaktadır. Bunların ardından sırasıyla, Tunceli, Erzincan, Tokat, Çorum, Bingöl, Kahramanmaraş, Amasya, Erzurum, Malatya, Adıyaman, Yozgat, Hatay, Elazığ, Muş, Balıkesir, Mersin, Kars, Adana, Ankara, Eskişehir, Gaziantep, İzmir, Kırıkkale, Kütahya ve Ordu illeri gelmektedir.
Anadolu Aleviliğinin hem Türkiye’de hem de Avrupa’da toplumsal-kültürel-siyasal bir harekete dönüşmesi, dahası Alevilerin Avrupa’da birer dinî topluluk olarak örgütlenmeleri, Alevi kimliğindeki değişimlerin de ana göstergeleri arasında yer alıyor.
Avrupa’da Alevilik üzerine araştırmalar yapan Elise Massicard 11 aralık 2015 te yazdığı bir makalede Alevilerin Batı Avrupa’ya yerleşim safhalarını şöyle açıklıyor:
Burada üç ana safhadan söz edilebilir:
- İlki, 1960’larda işçi göçü nedeniyle Alevi erkekler Türkiye’den Batı Avrupa’ya, özellikle de Batı Almanya’ya büyük gruplar hâlinde göç etmeye başladılar.
- İkinci safha 1970’lerin başında işçi göçlerinin son bulmasıyla başlamıştır. Çelişkili bir şekilde işçi göçü dursa da özellikle aile birleşimi için gelen kadın ve çocuklar nedeniyle Türkiyeli göçmenlerin sayısı artmıştır.
- Üçüncü safha ise 1980 yılında Türkiye’de gerçekleşen askerî darbenin hemen öncesi ve sonrasındaki süreçtir. Bu süreçte işçi göçünden beri en büyük Türkiyeli göçmen akını meydana gelmiş; bu göçmenlerden büyük bir kısmını siyasi sığınmacılar oluşturmuştur.
Batı Avrupa’ya yerleşen Aleviler ilk zamanlar görünmez kaldılar. Sünniler gibi yerleşim ülkelerinde biçimselleşmiş bir dinî yaşantı kurmadılar. Bunun birinci nedeni göçlerin meydana geldiği dönemlerde Türkiye’deki Alevilerin köydeki inanç birliğinin, sosyal-kültürel ortak yaşamın fiziksel olarak kentsel ortamda dağılmasıdır. İkinci olarak göç hareketinin kendisi ibadetlerini azalmasına sebep oldu. Üçüncü olarak, pek çok Alevi Türkiye’de olduğu gibi göç ettikleri ülkelerde de kimliklerini halk içinde gizlemeye ya da inkâr etmeye devam ettiler. Hemen hemen hiç biri alenî olarak Alevi kimliğini açıklamadığından, uzun zaman Türkiye’den göçen göçmenler arasında Sünni İslam gözle görülebilen tek din hâline geldi. Türkiyeli göçmenler bu nedenle dinî açıdan bağdaşık (homojen) kabul edildi; bu durum Türkiye’nin resmî kimliği ve söylemine de uygundu.
Avrupa’daki Alevilerin, Alevi kimliklerini ifade etmeleri ancak Maraş ve Çorum katliamlarından sonra başladı. Alevilerin kendi örgütlenmelerini kurmaları ve Alevi hareketinin oluşmasının arka planında Türkiye’deki Alevilere yönelik şiddet eylemleri yer almaktadır. 1978 yılında Bülent Ecevit başbakanlığındaki CHP hükümeti döneminde yaşanan Maraş Katliamına, başbakanın yeterli tepki göstermemesi, Almanya’daki Alevilerin Alevi ismini anmadan faaliyet yürüttükleri Yurtseverler Birliklerini kurmaya sevketti.1980’li yıllarda Yurtsever Birlikleri altında örgütlenen Almanya’daki Aleviler, kültürel, dinsel etkinlikler düzenlemeye ve böylece yavaş yavaş kamusal alanda aktif olmaya başladılar. Her ne kadar etkinliklere katılanlar açısından bu etkinliklerin Alevi özellikleri taşıdığı kesin olsa da, “Alevi” sözcüğü kullanılmadı.
Türkiye’de gerçekleşen 1980 askerî darbesi ile alevi kimliğini ifade etme daha da arttı. 1980’lerin sonunda da Alevi kimliklerini açıkça ortaya koyan kurumsal yapılanmaya gitti ve Aleviliğin yeniden canlanmasını başlattı. Aleviliğin yeniden canlanması ise küresel gelişmelerle, yani hem Türkiye’deki hem de Batı Avrupa’da yaşamakta olan Alevilerin içinde bulundukları toplumsal koşullarla ilgiliydi. Kürt sorunu ile alakalı olarak 1980’lerin başında PKK tarafından başlatılan savaş Türkiye’de baş gösterdi. Bir diğer etkende 1980 askerî darbesinden sonra cuntanın, dümenini Türk ulusal kimliğine doğru çevirmesi, ulusal bütünlüğü sağlamak amacıyla Sünni İslam’ı vurgulaması ve Türkiye’de Alevileri tehdit olarak gören siyasal İslam’ın öne çıkmasıydı. Türkiye’de ve Avrupa’da Alevilerin genelikle taraftar olduğu sol ve aşırı sol hareketlerin gerilemesi ve Alevi inanç kimliğini sol siyasî kimliğin önüne çıkarmak isteyen alevilerin de bu yapılanmada etkisi oldu. Bu gerileme aynı zamanda yeni ideolojiler, özellikle de dinsel ve etnik kimlik önem kazandı.1993’teki Sivas saldırısı ile 1995’teki Gazi olayları Alevi dirilişini hızlandırdı. Türkiye ve Batı Avrupa’daki birçok Alevi, Aleviliklerini açıkça ifade etmeye başladı ve çok sayıda Alevi derneği kuruldu.
Aleviliğin dirilişi, özellikle Batı Avrupa devletlerinde çokkültürlülük politikaları sayesinde gelişti. İsviçre konferasyonu zaten resmen 4 anadilin bulunduğu çokkültürlü bir ülke idi. 1980’lerde ve hatta 1990’larda çokkültürlülük, İngiltere, Almanya, Hollanda, İsveç gibi ülkelerde öne çıkarıldı. Bu ülkeler göç meselesine temelde kültürel farklılık olarak yaklaşmaya başladı; farklı olma ve özgür ifade hakkını destekledi, kimlik ve kültür söylemlerine dayalı politikalar uyguladı. Çokkültürlülük Aleviliğe böylelikle Alman kamusal alanında ilk kez tanınma fırsatını vermiş oldu. Bu kültürel fırsatın Alevi derneklerinin Avrupa’da kurulma ve gelişmesi açısından önemli sonuçları oldu. Bu fırsatı yakalayan Aleviler, devlet yardımları ya da entegrasyon konularında çoğunluk toplumu ile müzakere etmek amacıyla kendilerinin “İslam kültürü” içindeki farklılıklarını vurgulamaya ve Aleviliği, korunmaya muhtaç bir kültür olarak tanıtmaya başladı.
Göç aynı zamanda Anadolu Alevi kimliğinin çok boyutlu olduğunu da göstermiştir ve aynı şekilde Oğuz ve Türkmen kökenli Türk Alevilerinin yanı sıra, Zaza, Kürt ve Arap Alevilerinin de var olduğu daha görünür olmuştur. Alevilerin Türkiye’de olduğu gibi Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Asya’da çeşitli topluluklarda da var oldukları görülmüştür. Belirtilen bölgelerde sadece etnik ve dil konusunda değil aynı zamanda Alevilik hakkında farklı görüş, gelenek ve işleyiş, yaşayış tarzlarının olduğu fark edildi. Ayrıca, bu süreçte Aleviler kimliklerini daha iyi tanımlama ve tanıtma imkanı bulmuşlardır.
Sayıları giderek artan Alevi dernekleri, dernek toplantıları için kiraladıkları hatta satın aldıkları yerleri ibadet yerleri olarak görmeye başladı; cemler yürüttü. Aleviliği, edep-erkânıyla demokrasi, hoşgörü ve uzlaşma ilkelerine dayalı “kültür”ü olarak tanıttı. Yerel yahut ülke seviyesinde kendilerini «Dinî inanç topluluğu» olarak kabul ettirmeye çalıştıştılar. Bugün hiç olmazsa, Almanya’da, Avusturya’da ve İsviçre’de Basel kantonunda olduğu gibi Alevi dernekleri “Religionsgemeinschaft” Dinî inanç topluluğu statüsünü kazandı. Kamu tüzel kişiliğine sahip olarak siyasî otoritelerle ortaklaşa çalışmalar yürütüyor ve devlet okullarında din eğitimi verme hakkını kullanıyorlar.
3- Alevilerin Genel Dinsel Haklarının Hukuksal Dayanağı
- Birleşmiş Milletler’in 16 Aralık 1966 tarihli, 2200A (XXI) sayılı Genel Kurul Kararıyla kabul edilmiş ve imza, onay ve katılmaya açılmış ve 49. Madde uyarınca, 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiş «MEDENİ VE SİYASİ HAKLARA İLİŞKİN ULUSLARARASI SÖZLEŞME»’nin giriş, 1ci, 18ci ve 27ci maddesine Türkiye’nin sözleşmenin sonuna eklediği 1ci beyan ve çekincesine rağmen bu sözleşme temeline dayanır;
- “Toledo Kılavuz ilkeleri ve Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Programı” diye bilinen ve Türkiye’nin de 2002 de imzaladığı «TOLEDO GUIDING PRINCIPLES ON TEACHING ABOUT RELIGIONS AND BELIEFS IN PUBLIC SCHOOLS» adlı anlaşmayı da hukuksal temel olarak almıştır. Bilhassa Toledo Kılavuzunun temel ilkesi olan “din ve inanç özgürlüğü için “ötekinin” doğrusuna saygıyı” temel olarak alır: “Dinler ve inançlar, bireyin ve toplumun yaşamında önemli bir güçtür. Bu yüzden bir bütün olarak toplum üzerinde büyük önemi vardır. Bunu anlamak, hem kişinin farklı topluluklarda bir diğerini anlaması için, hem de onların sahip olduğu hakların önemini bilmesi için gereklidir.”. Bu ilke kişinin özgürce kendi inancını tanımlaması, ibadetini yapmasını, eğitimini vermesi ve “diğerinin“ de aynı inanç haklarına sahip olduğuna saygı göstermesi ve bu saygıyı da ondan beklemesi anlamına geliyor.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2014’te Cemevlerinin ibadethane olduğuna, 2015’te Zorunlu Din Derslerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun hale getirilmesi gerektiğine ve 2016’da devletin inanç gruplarına karşı davranışlarında herhangi bir ayrımcılık olmaması gerektiğine dair üç önemli karar vermiştir.
Bu kararlar en son 2016 da alındığından beri Alevi topluluğun Aleviliği tanımladıkları ve yaşadıkları şekilde kabulunun hukuksal dayanakları olmuştur.
Türkiye’de AİHM Kararlarının uygulanmasını izlemekten sorumlu makam olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 15.Temmuz.2016 yaşanan darbe girişimi ve ardından gelen OHAL (Olağanüstü Hal) koşullarında, teamülleri gereği söz konusu kararların uygulanması ile ilgili izleme süreçlerini askıya almıştı. 2018’de OHAL’in kaldırılması ile uygulanmamış kararlar Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 3-5.Aralık 2019 tarihli 1362’nci toplantısının gündemine alınmıştı.Bu tarihte alınan kararla Bakanlar Komitesi Türk Hükümetinden haziran2020 de uygulama için bir yol haritası vermesini istedi.
4- İsviçre’de, Avusturya’da ve Almanya’da Alevi Topluluğu hakkında genel bilgiler
- İsviçre’de
İsviçre’de Türk vatandaşlarının dini inanç dağılımı hakkında bir istatistik çalışma yok ama genellikle sosyal alanda çalışanlar tarafından 2005 te topluluğun %40 nın alevi olduğu ileri yani 50 bin çıvarında olduğu ileri sürülüyor. Bu Türkiye’de var olduğu tahmin edilen %22lik Alevi nüfus nisbetinin iki misli yoğunluğunda. İsviçre’deki Türk vatandaşlarının çoğunluğu 1980 darbesinden sonra gelenler olduğuna göre tahminler gerçekci gibi geliyor.
İsviçre Alevi topluluğu çoğunlukla Antep-Maraş-Adıyaman üçgeni içinden sonrada, Sivas, Tokat ve Çorum illerinden gelen canlardan oluşuyor:
- Maraş Alevîleri genellikle Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde ve köylerindedir. 82 köyü olan Pazarcık'ın 56 Alevi köyü ve 1 tane Alevî kasabası bulunmaktadır. Elbistan'da da 41 Alevî köyü vardır. Yine Kahramanmaraş'ın diğer ilçelerinde birçok Alevî köyleri vardır. Kürt olanlar Kürtçe'nin Kurmanci lehçesini konuşurlar. Yine azınlıkta sayıları 10-15 arası Alevî-Türkmen köyüde vardır. Maraş Alevîleri'nde en büyük aşiret aynı zamanda yöredeki dedelerin bağlı bulunduğu Sinemilli Aşîreti'dir. Bu aşîreti Atmalı, Alhas, Bugan, Kılıçlı, Doğanlı gibi aşiretler takip eder. 1978 Maraş olaylarından sonra Alevîler'in büyük çoğunluğu şehri terk etmek zorunda kalmıştır. Olaylardan önce %35'e yakın olan Alevî nüfus şu anda ancak %10'dur. Geriye kalan Alevîler'de genellikle Pazarcık, Narlı, Nurhak, Elbistan ilçelerinde yoğundur.
- Sivas Alevîler'nin önemli bölümü Türkmenlerden oluşmaktadır. Sivas'ın belirli bölgelerinde, özellikle Zara ve İmranlı ilçesinde Tunceli kökenli Dersim Alevileri'de vardır.
- Tokat ve Çorum Alevîlerinin tamamına yakını Türkmen (Oğuz) soylu olan Alevîler'dir. Öyle ki Tokat'ta -Dodurga'dan, Salur'a; Afşar'dan Kınık'a- neredeyse 24 Oğuz boyunun tamamından Alevîler yaşamaktadır. Bunların içinde Türkmen Alevîliği'ni en orijinal haliyle yaşayan Sıraçlar'dır. Sıraçlar Begtili boyuna mensuptur ve kat'iyen bozulmamış bir topluluktur. Sıraçlar'ın önderi Hubyarlu oymağından Beydili Türkmeni olan Hubyar Sultan'dır. Tokat'ın belirli bölgelerinde, özellikle Zile ve Almus ilçesinde Tunceli kökenli Dersim Alevileri'de vardır. Çorum da ise merkezde, Sungurlu, Mecitözü ve Alaca’da Dedegarkın ve Şah İbrahim Veli ocaklarına bağlı aleviler vardır.
İsviçre’de Alevi yapılanması ilk olarak 1991 tarihinde Alevilerin yoğun olduğu almanca konuşulan kesimde, Basel’de başladı ve bir çok kantonda kurulmaya devam etti. Bu dernekleşme sonucunda 4 Nisan 1998 tarihinde, İsviçre Aleviler Birlikleri Federasyonu oluşturuldu. Fakat bir kaç yıl sonra bazı dernekler federasyonu çok “siyasi” bulduğundan terk etti. Bir kısmı bağımsız kaldı bir kaçı da “İsviçre Alevi Topluluğu”nu kurdu. Şu an İsviçre’nin birçok yerinde aşağı yukarı aktif 17 Alevi Derneği var.
İsviçre’de Aleviler entegrasyon çalışmaları ve siyaset yapma konusunda en canlı topluluktur. Bir çok Kanton veya şehir Meclislerine, Belediye Meclislerine seçilmiş ve kanton üst seviye yönetileri olmuştur. Mesela Basel’de Kanton Meclisi’ne ilk olarak 5 Alevi canımız seçildi.
İsviçre bir konfederasyon olduğundan her kantonun kendi anayasasına göre dinî inançlara bakışı değişiktir. Çoğunluk laik kantonlardır. Laik olmayan Basel kantonundaki biri federasyona bağlı, diğeri bağımsız “Basel ve Çevresi Alevi Bektaşi Kültür Birliği” ile “Basel ve Çevresi Alevi Kültür Merkezi” bir araya gelerek bir çalışma komisyonu oluşturdu. Bu çalışmaları sağlıklı ve profesyonelce yürütebilmek için her iki derneği temsil edecek “Trägerverein Alevitische Glaubensgemeinschaft Basel” adlı yeni bir dernek oluşturdular. Bu komisyon hukuksal alanda gereken bilgileri edinerek ve çeşitli evrakları bir araya getirerek, 22 Aralık 2010 tarihinde müracaatını yaptı. Bu başvuru sonucu Basel Kantonu hükümet yetkilileriyle iki kez bir araya geldiler. Regierungsrad (Hükümet konseyi), Basel Kantonu’nda Aleviliğin inanç olarak tanınmasını onaylandı. Bu karar, Basel Meclisi’ne de sunuldu. Meclis de 17.10.2012 tarihinde, Anayasa’sının 133. Maddesinin sunduğu hukuksal hakka dayanarak yapılan müracatı kabul etti ve Alevileri “İnanç Topluluğu” olarak tanıdı. Basel okullarında kendilerinin hazırladığı müfredatla, Alevilik dersleri verme hakkına sahip oldular.
Bu resmi tanınma Basel Kantonunda yaşayan Alevilere bir dizi hak kazandırdı: İnanç kişi ve kurumlarına yapılacak maddi manevi saldırı hakaretlerine karşı yasal koruma, resmi geçerliliği olan nikah kıyma yetkisi, yurtdışından getirilecek inanç önderlerine oturma ve çalışma izini, halk mezarlıklarında ayrı bölüm veya kendi mezarlığımızı açma olanağı, inanç kurumlarımıza yapılan bazı kişisel veya kurumsal yardım ve bağışlarını vergiden düşme olanağı, inanç kurumu olarak mülk, vakıf, fon ve gelir vergilerinden muaf tutulma, bazı sosyal, kültürel faaliyetlerimize kültür bakanlığına gelen piyango fonundan yardım alma olanağı, okullarda Alevilikle ilgili genel bilgilendirme eğitimi. Şu an Basel’de adres değişikliği ya da form doldurma gibi işlemlerde inanç bölümüne Alevilik de yazılabiliyor.
-Avusturya’da Alevi yapılanması, resmi kabul ve sonrası
2 Mayıs 1979’da Avusturya’da, özellikle Müslüman Üniversite öğrencilerinin çabalarıyla ilk İslam Din Topluluğu (Islamischen Glaubensgemeinschaft in Österreich, IGGiÖ) kurulmuş ve Avusturya Anayasası’nda resmen Müslümanların temsilci kurumu olarak ilan edilmiş. 1988 yılında, Avusturya’ya göç eden farklı ülkelerden gelen Müslümanların talepleri üzerine, sadece Hanefi mezhebini tanıyan 1912 İslam yasası genişletilerek yeniden düzenlendi.
İçinde Avusturya’nın da yer aldığı Avrupa Birliği, 2002 yılında ki İlerleme Raporunda, “Alevileri Azınlık’’ olarak tanımladı. Ancak bu tanım Alevileri çok rahatsız etti ve Alevilerin “ azınlık” olduğuna ilişkin tez, Türkiye Alevileri tarafından ret edildi. Bu kez, Alevileri ayırmakta ısrarlı olan çevreler taktik değiştirdi ve Alevilerin İslâmla ilişkisi olmadığını, ’’Aleviliğin İslam Dışı olduğu’’nu ileri sürmeye başladılar.
Aleviliğin İslam dışı olduğu iddiası Alevilerin içinde ciddi bir tartışma ve kutuplaştırma yarattı. Bu kutuplaşmalar Avusturya’ya da yansıdı. Federasyonun bir alt organı olan Viyana Alevi Kültür Derneği, herhangi, bir açıklamada bulunmadan, üst kurumdan bağımsız hareket ederek, 23 Mart 2009 Avusturya makamlarına başvurdu ve ‘’Aleviliğin İslam dininin bir tür yorumu’’ olduğunu söyleyerek, devletin kendilerini tanımasını istediler. Aleviliği Hak-Muhammet-Ali yolunda, 12 İmam, İmam ve Halife Ali, Ana Fatma, vb... tanımlarla bir İslam yorumu olarak gören dernekler Avusturya din işlerinden sorumlu kurum Din İşleri Dairesine “Kultusamt’’ müracaat ettiler. Bu kurum da “Aleviliğin İslam ile ilişkisi var ise İslam ile ilgili olan başvuruları Avusturya’da İslamı temsil eden “İslam Din Topluluğu” İGGiÖ ye müracat edin” diye yönlendirdi. İGGiÖ açıkça Aleviliği İslam bünyesinde tanımalarının mümkün olamayacağını, çünkü Aleviliğin İslamın dışında bir inanç olduğunu, İslam ile çeliştiğini, şartlarını yerine getirmediğini, tek ve bir olan Allah’ı‚ Hak-Muhammed-Ali üçlemesinde eşitlediğini söyler ve red cevabı verir. Viyana Alevi Kültür Derneği Avusturya İslam yasasının sadece belirli bir kesim İslam yorumunu kapsadığını ve İGGiÖ’nün Avusturya’daki Müslümanları temsil edebilecek tek kurum olmasının anti demokratik bir uygulama olduğunu ve bu anlamda Türkiye‘deki Diyanet İşleri Başkanlığına benzediğini savunarak, davayı Avusturya Anayasa mahkemesine götürür. Avusturya Anayasa Mahkemesi 1 Aralık 2010 tarihinde İslam yasasının yeterince kapsayıcı olmadığını açıklar ve İGGiÖ’nün tek temsiliyet hakkını eleştirir. Böylece “Viyana Alevi Kültür Derneği”nin İslam içinde bir yorum olduğunu 13 Aralık 2010 tarihinde kabul eder, “Avusturya Alevi İslam İnanç Topluluğu” (İslamisch Alevitische Glaubensgemeinschaft in Österreich, İAGÖ) olarak yasal statüye kavuşturur. Sonuç itibariyle 22 Mayıs 2013 tarihinde geleneksel Alevi İslamı Avusturya yasalarınca resmi din olarak tanındı (Bundesgesetzblatt Österreich 22 Mayıs 2013) ve 2015 yılında yeni Islam Yasası’nın yürürlüğe konulması sonucunda ismini ‘‘Avusturya Alevi İnanç Topluluğu” (kısaca ALEVİ) adını aldı.
Bu arada bir de Avusturya’da Kürt Alevi Derneği olarak tanınan, «Demokratik Alevi Federasyonu»na (FEDA) bağlı olan « Alt-Alevitische Bekenntnisgemeinschaft» (Kadim Alevi İnancı) kurumunun Aleviliğin çıkış notkasını Zerdüşt dinine dayandıran başvurusu da 23 Ağustos 2013 tarihinde kabul ederek yasal statü kazanır. 11 Mayıs 2015 tarihinde ise Federasyonun Aleviliğin tanınması için yapmış olduğu başvuru tekrar Avusturya İdari mahkemesinin kararı ile resmen reddedilir.
Almanya’daki Konfederasyona bağlı Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu yakın geleceğe kadar ‘‘İslam dışı Aleviliği” savunmuştu. 9.04.2009 da Din İşleri Dairesine müracat ederek Aleviliği kendine özge bir din topluluğu olarak kabul ettirmek istediler. Resmi olarak Aleviliği İslam’ın bir yorumu olarak kabul ettirmiş Alevi İnanç Toplumu (ALEVI), Federasyonun Kultusamt tarafından onaylanan BKAKA9.020/0007-Kultusamt/2015 nolu) “kurum ismi değişikliğine” yönelik kararına itiraz etti. Avusturya Alevi İnanç Toplumu, “ALEVI adını kullanmasınlar” diye açtığı davayı 30.04.2018 de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürdü. 29.01.2019 da, Viyana İdari Mahkemesi de AABF’nin tanınmak için tüzük değişikliği yaptığını, bunun bir takiye girişimi olduğu gerekçesiyle reddetti. Girişimleri reddelince AABF de Anayasa Mahkemesine kadar gitti fakat orada da 28.05.2019da reddedildiler. AABF de 10.12. 2019 da kararı AİHM ne taşıdı. Bu arada Kultusamt, 19.02.2020 de AABF’nin kamuoyunda “İnanç Toplumu” izlenimi veren ifadeleri (Glaubensgemeinde Aleviten Österreich) kullanmasını yasakladı. AABF’nin Dernek statüsünde olduğundan ötürü bu ifadeleri kullanamayacağını, bunun ancak yasal inanç toplumu statüsüne erişmiş kurum Avusturya Alevi İnanç Toplumunun kullanabileceğini belirtti. AABF Kultusamt’ın bu kararını İdare mahkemesine taşıdı.
Bu davalar dizisi, Türkiye dahil, bütün ülkelerdeki alevileri iki yaklaşımla yakından ilgilendiriyor. Biri dinsel alanda. Senelerdir “Aleviyim” deyip Aleviliğin İslam dışında olduğunu iddia edenlere «Yeter artık. İnancınız ne ise onu dilediğiniz gibi yaşayın ama Alevi adını kullanmayın» diye söylüyor ve yazıyorduk. Yani «Alevi» ismini her önüne gelen kendince bir tanımlayarak ileri geri kullanabilir mi? Bu soru bizim için dinbilimi (teoloji), cemlerimizin Tevid ve Miraçlama etrafındaki yapısı, şekillerde farklılıklara rağmen erkânlarımızla temel inançsal “tekliği” ve “bütünlüğü”, yazılı ve sözlü kaynak ve tarihi bir geçmişiyle devamlılığı olan “Alevi” inançımızın kimliği için önemli bir sorudur. Zira Alevi Ocaklar ve Dedeler toplanıp, tarih sürecinde yaptığı gibi, dinsel yetki ve otoritesini “Birlik” içinde “Alevi” tanımını yapıp müdafaa edemedi. Cemlerde güvendiğimiz Dedelerle yaşadığımız ve yaşattığımız “Aleviliği” tanımlayıp kabul ettirmek için bize sadece yasal alan kalıyor. Hatırlarsanız AİHM’e İsviçre’den 40 kişilik bir grup olarak 2015’te katıldığımız davada hakimler kısaca aleviliğin tanımlanmasını istemişlerdi. AİHM’in ve diğer yasal üst kurumların aldığı ve alacağı kararlar Türkiye dahil bütün ülkelerdeki Aleviler içinde önemli bir “resmi tanınma” belgesidir. Sorunun ikinci yönü bu yasal tanınmanın sonuçu olan somut imkanlardır. Devletin “Alevi İslam inanç topluluğuna” verdiği maddi desteğin ve yasal imkanların (eğitim, ibadethanenin tanımı, masraflara katkı, vb...) “İslam’ın bir yorumu olan Alevi”lerin kullanma hakkı vardır. Şimdiye kadar “Alevilik İslam dışıdır” diyenler “Biz de Aleviyiz” diyerek bu maddi kaynaktan pay alma iddiasında olabilirler mi? “Alevi” ismini kullanmadan ayrı bir “inanç topluluğu” olarak kendilerini kanıtlayıp kabul ettirirlerse o zaman bir inanç topluluğu olarak destek görebilirler. Bugün Almanya’da Federasyon hem İslam Topluluğu üyesi olarak devlet desteği görüyor hem de “Alevilik İslam dışıdır” diyerek şizofrenik (gerçeklerle ilişkilerin koptuğu bir ruh hastalığı) bir durum içinde. Ama bu devam etmesi zor çelişkili bir durumdur. Türkiye’de de AİHM kararları hayata geçirileceği zaman da bu tip sorularda ortaya çıkacaktır. Yani “Alevilik İslam dışıdır” diyen topluluklarda İslam’ın bir yorumu olarak maddi kaynakları kullanabilecekler mi?
Bu arada Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu ev sahipliğinde Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun öncülüğünde Viyana’da 8-9 Şubat 2020 tarihlerinde yapılan 1. Avrupa Alevi Kurultayı’nın sonuç bildirgesinde inanılması güç bir mantıkla şu ifadelerle, sanki geleneksel Alevilik bağdaştıcı değilmiş gibi, kendi icatları “Senkretik Aleviliği” şöyle tanımlıyorlar:
“Kurultayımızın her üç komisyonunda da saptandığı ve temel değer ve ritüellerinde de açıklıkla görüleceği gibi Alevilik, mevcut diğer tüm din ve inançlar gibi kendine özgü ve farklı bir inançtır. Hakkı kendinde bulması, Varoluş olgusunu Vahdeti Vucut, Vahdeti Mevcut’la bütünleyen ve Devriye anlayışı ile yetmiş iki millete/inanca bir nazarla bakması, cihat karşıtlığı, kadın erkek ayrımcılığını reddetmesi, Kırklar Cemi, Rıza şehri, Kabe’yi insanda görmesi, vb. özellikleriyle Batıni bir inançtır. Başta Cem olmak üzere, Rızalık ve İkrarlık ilkesi ile oruçları, Hızır’ı, Devriye inancı, Bağlaması, Semahı ile Alevilik, herhangi bir dinin veya inancın mezhebi değil, ancak kendi değerleri içinde doğru anlaşılır bir inanç, başlıbaşına bir YOL’dur”.
İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’daki ayetler temel alınarak geliştirilmiş “Hakkı kendinde bulması, Varoluş olgusunu Vahdeti Vucut, Vahdeti Mevcut’la bütünleyen ve Devriye anlayışı ile yetmiş iki millete/inanca bir nazarla bakması” ve Cem’in Miraçlama ve Tevid etrafındaki yapısı, Zahirini belirtmedikleri Bâtını İslam dışı hangi teolojik ilim ve bilimle bir “bütün” olarak tanımlanabilir? Bu iddia hangi yazılı veya sözlü geçmişe dayanıyor? “Kırklar cemi”nde bahsedilen peygamber Muhammed hangi inançın peygamberi? Tanrı Muhammed ile “doksan bin söz konuştu. Bunun otuz bini şeriat üzerine idi, inananlara indi. Kalan altmış bini ise Ali'de sırroldu” diye bahsedilen, Kırkların Ceminde Muhammed’in yanına oturduğu, bileği kesinlince kanayan Ali kimdir? Dışarıda olduğu söylenen Selman’ın ismi hangi inançta geçiyor? Bunlar sadece İslam’dan senkretik alıntılarsa dinbilimlerinin ana temeli, erkân dayanakları, yazılı -sözlü belgeleri ve tarihcesi nedir? Söyledikleri “Senkretik Aleviliği” tanımlamak için kullandıkları terimlerinin İslam ve geleneksel Alevilik dışında tanımlarını bir “bütünlük” içinde nasıl ve hangi ilim ve bilimle yapacakları merak konumuz. Okuduklarımız ve duyduklarımız akıl, mantık ve zekamızı hiçe sayan tam bir ilim ve bilim sahtekarlığı ve dolandırıcılığıdır.
ALEVİ’nin bir kazanımıda eğitim alanında oldu. Avusturya’da 22 Mayıs 2013 tarihinde Devlet okullarında Alevilik dersleri, ALEVİ’nin Alevi Akademisi ile ortaklaşa hazırlandı. 11 Şubat 2014 günü Aleviler Avusturya’da tarihsel bir an yaşadılar ve Aşağı Avusturya (Niederösterreich) Eyaleti başkenti St. Pölten’ de Hızır ayında ilk Alevilik dersi başlandı.
-Almanya’da Alevi yapılanması
Batı Avrupa’ya göçten sonra Almanya’da ilk Alevi yapılanmasının başlamasıyla, bugün hâlâ yaşadığımız bütün sorunlarda hemen ortaya çıktı. Bu ilk yapılanmayı takip eden diğer Batı Avrupa ülkelerinde de hemen hemen aynı sorunlarla karşı karşıya kalındı.
Bugün Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF), Federal Hükümet ile Müslüman kuruluşlar arasında diyalog platformu niteliği taşıyan Alman İslam Konferansı’nın da üyesidir. Yaklaşık 160 Alevi Kültür Merkezi’nin bağlı bulunduğu federasyonun üye sayısını tam olarak bilmiyoruz fakat konfederasyona bağlı diğer ülkelerdeki üyelerde eklenince 35 bin cıvarında olduğu söyleniyor.
Almanya’da kayıtlı bir Alevi derneği, yasal şekilde, dini bir topluluk olarak tanındılar ve Almanya’nın bazı bölgelerinde kamu tüzel kişisi ya da dernekler defterine resmi kayıtlı statüsü kazandılar. Vergiden muaf kar amacı gütmeyen bir kuruluş olarak, kayıtlı bir dernek (Gemeinnütziger Verein: kamuya yararlı dernek) Alman dernek yasasının katı kurallarına uyum sağlamak, vergi dairesinin denetimine bağlı kalmak zorundadır ve asliye mahkemesine (Amtsgericht) kayıtlı olmalıdır. En önemlisi, yasadışı ilan edilmemesi ve kapatılmaması için derneğin tüm amaçları anayasal düzenle uyumlu olmalıdır.
Alman devletinin dini tarafsızlık yükümlülüğü nedeniyle dini toplulukların doğrudan yönetimine izin verilmiyor, ancak bu statü sayesinde dini topluluklar devletin ya da sivil toplumun katılımı olmaksızın kendi işlerini düzenleme yetkisine sahip oluyorlar. Ayrıca, kamu hukuku nezdinde dernek olan dini topluluklar, arazi hukukuna uygun olarak resmi vergilendirme listeleri temelinde vergi toplama yetkisine ("Körperschaft des öffentlichen Rechts’’ statüsünü alırlarsa) sahip olabilirler. Ayrıca, dini topluluk ve derneklerin mülkiyet hakları ile kurum, vakıf ve ibadet, eğitim ve yardım amaçlı kullandıkları tüm varlıklarıyla ilgili diğer hakları da güvence altına alınmış olabilir. Son olarak, hapishanelerde, hastanelerde ya da orduda dini hizmetler için var olan ihtiyaçlar ekseninde, dini topluluklar hiçbir zorlama olmaksızın bu hizmetleri karşılama iznine sahip olabilir. Ayrıca Alevilik, çocuklar okullara kaydolurken sorulan, Katoliklik, Protestanlık ve Yahudiliğin yanı sıra bağlı olunan dört dinden biri olarak tanınmıştır. 2001 yılında Kuzey Ren-Vestfalya (NRW) Eyaleti’ne başvurusuyla başlayan sürecin sonucunda bazı Alman eyaletlerinde, ( Hesse, Baden-Württemberg, Bavyera, Saarland ve Aşağı Saksonya, vb...) okullarda dini dersler verme hakkıda kazanılmıştır. 2015 yılına kadar Almanya’nın 9 eyaletinde Alevilik dersi hak olarak tanınmış ve 120 okulda, 65 öğretmenle, yaklaşık 1500 öğrenciye ulaşılmıştır (12.11.2015 rakkamları). Alman Anayasası’nın 7/3. maddesinde din derslerinin programını ve içeriğini dinî topluluklara bırakan hükme dayanarak eyaletlerce tanınan bu hak gereği, derslerin içeriğini ve öğretmenini belirleme yetkisi ellerindedir. 2012 yılında NRW eyaletinden başlayarak ortaokullarda da Alevilik dersleri verilmeye başlanmıştır fakat ders içerikleri Aleviliği İslam dışına çıkarabilecek şekilde yazılmıştır.
Almanya’da Alevilerin eğitim alanı dışındaki diğer pek çok talebini güvence altına alan Hak Eşitliği anlaşmaları, inanç ve kültür alanındaki kazanımların geldiği son aşamayı yansıtır. 2012 yılından eyalet eyalet imzalanan Hak Eşitliği Anlaşması (Staatsvertrag), diğer Müslüman birlik temsilcilerinin yanı sıra Alevilere de inançlarına yönelik temel haklardan eşit olarak yararlanma imkânı tanımıştır. Bu anlaşma çerçevesinde Aleviler inanç ve kültürlerine yönelik şu temel hakları resmî düzeyde elde etmişlerdir:
1) Alevilik inancı, anayasal ve yasal güvenceye alınmıştır.
2) Alevilikte özel kabul edilen günlere saygı gösterilecek ve bazı dinî günler resmî izin günü olabilecektir.
3) Aleviler kendi eğitim ve kültür kurumlarını oluşturabilecek ve okullarda Alevilik dersi verilecektir.
4) Geçerli yasalar çerçevesinde cemevleri, toplantı salonları ve benzeri oluşumları mal edinip işletebilecektir.
5) Hastane, hapishaneyurt vb. resmî kuruluşlarda Aleviler dinî hizmet alabilecek, resmî mezarlıklarda Alevi geleneklerine göre cenaze töreni yapılabilecektir.
6) Resmî-özel televizyon ve radyo programlarında Alevilikle ilgili dinî bilgi yayın saatleri ayrılabilecektir.
7) Hamburg Üniversitesi’nde Alevi öğretisinin devamlı olarak temsili için ders ve kadro açılacaktır.
Ayrıca Almanya’da merkezi Köln’de olan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’na (AABK) bağlı Almanya, Fransa, Avusturya, Britanya, İsviçre, Danimarka, Belçika, Hollanda, İsveç’te Alevi Birlikleri Federasyonu var. İtalya, Norveç ve Kıbrıs’ta ise AABK üyesi ve temsilcisi Alevi Kültür Merkezleri bulunuyor. Tüm bu federasyonlara bağlı 292 Alevi Kültür Merkezinde 35 bin aktif üye mevcut olduğu söyleniyor.
Türkiye ve Avrupa dışında ise Avusturalya Alevi Birlikleri Federasyonu’na bağlı altı AKM, Amerika’da iki ve Kanada’da bir AKM bulunuyor.
5- Genç Kuşak Aleviler
Alevilerin Batı Avrupa’da yaşamlarındaki sorunlarını ülke ülke almak yeterli değil; zira her ülkede göçü kuşaklar halinde bilhassa bu ülkelerde doğup büyümüş ve eğitim almış genç kuşakların sorunlarını ele almak gerekiyor. Sorunu «Avrupa ülkelerinde “Haklar mücadelesi” çerçevesinde elde edilen kazanımlar diaspora Alevilerinin bundan sonraki süreçte inançlarını-kültürlerini yaşatmasına yetecek mi?» diye de ele alabiliriz.
Bu soruya İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Cemal Salman’nın Helsinki Yurttaşlar Derneği SAHA dergisi Ocak 2016 da yayınladığı «Alevi Diasporasında üçüncü kuşak: Kopuş mu, kenetlenme mi?» makalesinde cevap veriyor ve başka bir soruyla bitiriyor. Özetle Almanya’daki Alevi gençlerine dair birkaç gözlemini paylaşıyorum:
Yeni bir kırılma eşiği: Üçüncü kuşak
Aleviler Almanya’da 147 Alevi Kültür Merkezi (AKM) var ve bunların 95’inin mülkiyetinin Alevilere ait olduğunu Federasyon başkanı gururla söylüyor. Federasyona bağlı örgütler dışında sayıları az da olsa bağımsız dernekler ya da başka bir gruba –örneğin Cem Vakfı’na– yakın cemevleri de var. Dahası, bu örgütler içinden ister politik ister özel nedenlerle kopup kendi grubunu-derneğini örgütleyenler var. Almanya’da ilk gözlemlerime dayanarak kabaca inanç, siyaset ve etnisite (Türk ve Kürt Alevileri) temelli ayrışmalar gördüğümü ve bir tür üçlü sacayağından bahsedip bahsedemeyeceğimizi sorduğum Köln Hacı Bektaş-ı Veli Cemevi dedesi Abidin Bozdoğan, ayrışmanın temelde iki ayak üzerinde olduğunu ve etnisitenin bunlardan birine dâhil olduğunu ifade etmişti:
“Sizin sacayağı misali üç ayak dediğiniz aslında iki ayak. Yani birisi din ağırlıklı Alevilik, diğeri de politik ağırlıklı Alevilik. Ha siz bunun içerisine ulusalcılığı da sokarsanız, bu sefer o politik düşünceli Alevilik ikiye bölünüyor. Birisi Türk Aleviliği, diğeri Kürt Aleviliğidir.”
Hâlihazırda pek çok bölgede odak mekân (dernek, cemevi, AKM vb.) sıkıntısı varken bir de bu tür ayrışmaların olması, tabanı örgütlerden uzaklaştıran etmenlerden biri. Bu durum özellikle üçüncü kuşak Aleviler açısından kritik, çünkü genç kuşağın Alevi inanç ve kültürüyle bağını kurmasında-sürdürmesinde çevrede bir Alevi örgütünün varlığı büyük önem taşıyor.
Kısaca ifade etmek gerekirse,
a) Alevilerin yaşadıkları yerde bir Alevi örgütü olup olmaması,
b) Mevcut örgütün inancı mı siyasal hakları mı öne çıkardığı,
c) Örgütte etnik temelli ayrışmalar olup olmadığı,
…..yurtdışındaki Aleviler açısından örgütlere bakışı ve örgütlenme pratiğini doğrudan etkileyen örnekler olarak göze çarpıyor. Bütün bu etmenler, Alevilik terminolojisine hiç hâkim olmadıkları bir dilde yetişen üçüncü kuşak açısından bir kademe daha yakıcıdır.
Yukarıda ilk iki kuşaktan kalkarak vermeye çalıştığım tarihsel arka planı hatırlayalım: Almanya’ya birinci kuşak işçi olarak gidenler, uzun yıllar sadece geçim derdi ve para biriktirme ile meşgul olmuşlar, yabancı bir ülkede tutunabilme kaygısı inanç-kültür meselelerinin önüne geçmiştir. Bu nedenle ikinci kuşağa inanç değerleri ya hiç aktarılmamış ya da çok yüzeysel-yetersiz düzeyde aktarılmıştır. İkinci kuşak, girişte bahsi geçen Münih araştırmasında da belirtildiği üzere, inanç eksenli hareket yerine kültürel-siyasal haklar temelli mücadeleye daha yakın durmuştur. Bu araştırmanın daha çok dernek üyeliği ile bağlantılı bir düzlemde gerçekleştirilmiş olması, ikinci kuşağın tümüyle siyasal mücadele içinde olduğu yanılgısı doğurabilir. Gözlemlerime göre dernekler-siyasal gruplar içinde örgütlü olmayan ikinci kuşağın oldukça önemli bir bölümü ne inanç yönünden ne siyasal yönden Alevilik konusunda duyarlıdır. Bu grupta Aleviliğin yoğunlukla kültürel bir gelenek olarak yaşandığı ve dile getirildiğini gördüm. Haliyle, ilk kuşakta şartların zorlaması, ikinci kuşakta ise bilgi aktarımındaki sıkıntılar ve kültür-kimlik çatışmaları nedeniyle Aleviliğe dair bilgi düzeyi ve pratiğinin çok düşük düzeyde ve ancak bilhassa ilgili ya da örgütlü çevrelerle sınırlı kaldığını söylemek mümkün.
İşte tüm bunlar, hak mücadeleleriyle elde edilen kazanımların hepsi bir tarafa, üçüncü kuşağın karşı karşıya kaldığı Alevilik tanımı ve pratiği ile ilişkisini büyük oranda belirliyor. Önceki kuşakların Aleviliği kâh felsefî kâh neredeyse sosyalizmle özdeşleşmiş bir siyasal yönelime bağlayan anlatımlarında en azından çerçevesi çizilebilen ve kişinin kimliğini ifade edebildiği bir Alevilik tasavvuru görmek mümkün. Diasporada doğup büyümüş gençler açısından böyle bir tasavvura sahip olmak zor, çünkü Aleviliği algılamak ve tanımlamak için çok daha kısıtlı bir kavram dünyasının içinde yetişmekteler.
Köln’de farklı yaş gruplarından öğrencilerle görüştüm. Köln Üniversitesi’nde Alevi Öğrenciler Derneği adlı bir dernek kuran ve bu çatı altında bir araya gelen üç arkadaşla buluşmamızda, hem onları böyle bir dernek kurmaya iten nedenler hem de Alevilik tanımları ve yaşama biçimleri üstüne sohbet ettik.
(….)
Bu üç arkadaş hem aile çevresinde hem Alevi örgütleri içinde kimliklerini bulabilecekleri, “Biz neyiz?” sorusuna yanıt olabilecek bir Alevilik anlayışı ve tanımı göremediklerini ifade ettiler. İlk iki kuşak arasındaki bilgi aktarımı sorunu, dolayısıyla üçüncü kuşağı da etkilemiştir. Bu gençlerin Köln Üniversitesi’nde bir dernek kurma düşüncesinin altında yatan da aileden alamadıkları, örgütlerde de “aradıklarını bulamadıkları” Aleviliği kendi çabalarıyla öğrenme ve bu konuda çalışmalar yürütme amacıdır.
Bu noktada son olarak küçük çaplı ama kanımca genel duruma ışık tutan bir gözleme değineceğim. Üçüncü kuşak gençlerin kendi dünya görüşlerini oluşturmada –diğer etmenlerin yanı sıra– ailelerinin (ikinci kuşağın) inançla kurduğu bağın da çok etkili olduğunu gözlemledim. Buradan kalkarak üçüncü kuşakta dört belirgin prototip belirledim:
1) Aileden inanca yönelik bir bilgi aktarımı olmayanlar. Bunlar bugün sadece “Alevi” olduklarını ifade ediyor ama Aleviliğe dair herhangi bir kavramı, ibadeti, felsefî ilkeyi bilmiyor ya da uygulamıyorlar. Bu gruptakilerin önemli bir bölümü anadilini çok az biliyor.
2) Siyasal tavırların belirgin olduğu ailelerde yetişenler. Aleviliği siyasî görüşlerinin bir parçası olarak alıyor ve öyle yorumluyorlar. Özellikle AABF çevresine ya da çeşitli siyasal gruplara yakın gençler bu durumda. Bu gruba ayrıca doğrudan siyasal çerçevede bir eğilimleri olmayan ama Aleviliği bir kültür olarak görüp yorumlayanlar da eklenebilir.
3) İnanç boşluğunu bulunduğu çevrede etkin olan diğer dinî grupların (genellikle radikal İslamcı grupların) söylemleriyle dolduranlar. Bunların bir kısmının yaşadığı yerde herhangi bir Alevi örgütü yoktur.
4) Özellikle son dönemde bir tür yeni “Alevi uyanışı” ile Aleviliği daha çok merak eden, onu kendi inancı ve kültürü olarak tanımlayıp yeniden Aleviliğe yönelenler. Bu yöneliş ilk başta daha çok saz, semah, deyiş gibi kültür ögeleriyle başlıyor. Haliyle bir tür “sembolik Aleviliğin” benimsenmesinden bahsedilebilir. Bu gruptakilerin çok önemli bir bölümü yaşadığı yerin yakınında bir cemevi, Alevi derneği ya da Alevi Kültür Merkezi olanlar. Bu gençlerin ailesinden de buralara gidip gelenler var. Haliyle (odak) mekânın varlığı ya da yokluğu, kimliğin örülüşünü de önemli oranda belirliyor.
Bu manzara, diasporadaki üçüncü kuşağın bütününe genellenebilir mi? Diasporada Aleviliğin geçmişi ve bugünü az çok şekillenmişken geleceğini konuşmak için bu prototiplerden hangisinin baskın geleceğine bakmak bir gereklilikten çok zorunluluğa dönüşüyor diyebilirim.
(...)
Fakat şimdi diasporada Alevileri yeni bir sınav bekliyor. İkinci kuşak da artık 25-30 yılını doldurmak üzere ve bu kez mücadelesini verdiği hemen tüm haklarını elde etmiş ama kimi dil sorunu, kimi aileden aktarılamamış kimlik bilgisi, kimi Aleviliğin kendi iç dönüşümünün getirdiği pek çok sıkıntı nedeniyle bu kez “içeriden” engellerle yüz yüze bir kuşak yetişti. Bundan sonraki aşamanın kopuş mu kenetlenme mi getireceğini, bu kuşağın Alevilikle, örgütlerin de bu kuşakla kurabildiği bağ belirleyecek.»
Bu birkaç gözleminin bütün Avrupa ülkeleri genç kuşak Alevileri için de geçerli olduğunu düşünüyorum.
6- Avrupa’da ilk Alevi Yapılanması ve hemen sorunların yüze çıkması
Almanya’da bugün üçünçü kuşak genç alevilerin sorunlarını daha içten anlayabilmek için geriye dönüp Batı Avrupa’da ilk alevi yapılanması için emek verenlerin karşılaştığı sorunlara bakalım. Bu geri dönüş bize gösteriyor ki bugün çözüm bekleyen sorunlar daha ilk adımda karşılarına çıkmıştı.
80li yıllarda Almanya’ya göç eden Türk vatandaşları etnik, siyasî ve dinsel yapılanmaya gitmiş ve bir dizi dernekler kurmuşlardı. 1987de de aleviler inaçları etrafında birleşme ihtiyaçını hisseder ve aralarında görüşmeler yaparlar. Böyle oluşan ufak gruptan Seyyid Derviş Tur Dede “Avrupa’da ilk Alevi yapılanması” adlı kitabında belgeleriyle Almanya Alevi yapılanmasının kuruluş dönemini anlatıyor.
Derviş Tur 1966 da Almanya’ya geldi. Çeşitli firmalarda çalıştıktan sonra ticarete başladı. 1987 de ilk Alevi derneği “Alevi Bektaschi Gemeinde” nin başkan vekilliğini yaptı.1990 da kuruluşundan 30.10 1993’e kadar da “Vereinigung der Aleviten Gemeinden” yani Alevi Cemaatleri/Topluluğu Federasyonu (ACF)başkanı oldu. 12.03.1994 de de “Dedeler Kurulu”nu kuruluşunu önerdi ve teklifi kabul edildi. 1994-2003 arasında da Federasyon Dedeler kurulu başkanlığı yaptı.
Bu yapılanmayı kronolojik bir şekilde ele alalım ve karşılaşılan sorunları yansıtmaya çalışalım:
- 23.02.1987 Rüsselsheim de ilk toplanma kararı alınır. Çorum’lu İsmail Yağcı ve 4 kişi Mainz’dan; Wiesbaden’den öğretmen Ahmet Aydemir, Naci Toksoy Dede ve iki başka Dede toplanırlar. Derviş Tur ile toplam 15 kişi olurlar. Ön konuşmalar olur.
Bir ay sonra 26.03.1987 Rüsselsheim’da ikinci toplantıya 50-60 kişi katılır ve derneği kurma kararı alırlar. Kurucu kurul heyetini İsmail Yağlı, Derviş Tur, Ahmet Aydemir, Veli Ocaklıoğlu, Musa Bakır, İsmail Elçioğlu ve Sabit Yıldız teşkil eder ve Veli Ocaklıoğlu tüzüğü yazmayla görevlendirilir. Ağustosta ilk tüzük yazımı biter ve Ahmet Aydemir eksiklikleri tamamlar.
O tarihte Köln’de Şinasi Koç’un teşvikiyle Hacı Bektaş Veli Kültür derneği kurma girişimi de başlatılmıştı.
- 27.09.1987 3.cü toplantı Rüsselheim’da. Derneğin almanca adının “Alevi Bektaschi Gemeinde” olması kararı alınır. Başkan İsmail Yağlı, başkan Yardımcısı Derviş Tur ve sekreter Ahmet Aydemir. Divan Başkanı İsmail Yağlı, Protokol tutan ve yazan Veli Ocaklıoğlu olarak imzalar atılır ve Mainz Ordnungsamt’a 27.09.1987 tarihinde verilir.
- 18.11.1987 Mainz Ordnungsamt’tan cevap gelir ve “Nasıl bir inanç konu ediliyor” diye ek istenir. 1.12.1987 de bir alman ve fransız profesörün yazılarını kopyalayarak Amtsgericht Mainz’a verirler.
- 1.12.1988 de “Alevi Bektaschi Gemeinde” kuruluşu resmiyet kazanır.
- Bu dönemde bir kaç ay içerisinde : Heilbronda Sabit Yıldız 1988 yıl son aylarında H.B.V derneğini; Köln’de Niyazi Bozdoğan ve Hüseyin Tur H.B.V kültür derneğini
kurma girişimlerini başlattı. İki sene içinde Stadallendorf, Duisburg, Neus,Kassel, Dortmund, Frankfurt, Şinasi Koç teşvikiyle Muhsin Cevahir tarafından Ahlen, Kanber Kutlu tarafından Schwerte dernekleri kuruldu.
İlk yapılanmadan federasyona..
- 5.02.1989 Mainz “Alevi Bektaschi Gemeinde” derneğinin 1.12.1988 de resmi kuruluşundan beri ilk defa Astheim Bürgerhaus’da” Aleviliğin tarihi geçmişi” adlı bir seminer yaptı. Siyasi bazı örgütlerden hemen “Toplantıyı sakın yapmayınız. Orayı bombalarız, hiçbiriniz sağ çıkamaz” diye telefonla tehditler geldi. Salona gelip tehditlerini gerçekleştirmek isteyen “sözde alevi” grubu karateci güvenlik elemanlarını görünce bağırıp çağırdıktan sonra çekildiler.
Bu toplantıda İsmail Yağlı “Derneği niçin kurduk? Amacı nedir?”, Veli Ocaklıoğlu “Şeyh Bedrettin”, Ahmet Aydemir “Alevilerin üzerindeki baskılar”, Derviş Tur” ise “Alevi inançının kutsal değerleri” üzerine konuştular.
Avusturya’dan gelen İsmail Tanyeli ise topantıda söz alıp “Alevilere yapılan zulüm”den bahsederek Avusturya’da dernek kurmasına yardım istedi ve “Avusturya’da ne Cem yapacak dede var ne de Alevilik hakkında konuşacak adam var” dedi.
Bu tarihten itibaren her hafta sonu seminerler oldu.
- Derneklerin kurulmasıyla bazılarında Kerbela katliamının tarihini tesbit edip değiştirmeye, Muharrem Oruçunun tarihi değiştirmeye yönelik tartışmalar başlatıldı. 1989-90 da iki senede en büyük çaba “İnançına yabancılaştırılmış olan Alevi toplumuna, Türkiye’den de ilim adamları getirerek, Alevi inancının kutsal değerlerini anlatmaya çalışmak ve kurumlaşmanın faydalarını anlatmak”tı.
- 18.02.1989 da Kassel’de “Hızır” konusu anlatıldı. Bu dernek Çorumlu , Tuncelili ve Erzincan’lılardan oluşuyordu. Her biri “Bizde böyle uygulanmıyor” diyerek konuşmayı kırıcı olmayan bir muhabbete döndürerek kendi uygulamalarını anlattılar. Belki de değişik yörelerden gelen Aleviler ilk defa birlikte aynı bir dernekte buluşuyor ve erkan farklılıklarını ortaya koyuyorlardı.
Bu toplantı sonrası yöneticiler arasında konuşmalarda federasyon fikri ortaya atıldı ve her fırsatta derneklerde tartışmalara açıldı.
- 12.05.1989 da Avusturya’da İsmail Tanyeli Sant-Pölten şehrinde Alevi inançı üzerine bir seminer ve bir de Cem yapmak üzere Almanya’dan İsmail Yağlı, Ahmet Aydemir, Derviş Tur, İsmail Elçioğlu ve Sabit Yıldız’ı konuşmacı ve Niyazi Bozdoğan, Hüseyin Tur, Zakir Gürani Doğan ve Aşık Mehmet’i Cem yapmak için davet eder. 07.05.1989 da saat 15 sularında İsmail Tanyeli ile oturan Alirıza Engin “İsmail Tanyeli Alevi derneği kurdu. Şimdi de Almanya’dan sizlerin gelip Cem ve toplantı yapacağınızı reklam basarak dağıttı. Bunu duyan Viyana’daki Türk sol örgütleri “Avusturya’ya Alevi örgütlerini sokmayacağız” diye karar almışlar” dedi. Gece yarısı üç kişi İsmail Tanyeli’nin evini bastı. Oğulları yetişmeseydi İsmail Tanyeli’ni öldüreceklerdi. İsmail ve büyük oğlu yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.Toplantı ve Cem başlamadan önce, bomba tehtidinden dolayı polis geldi ve toplantı salonu boşaltılıp, katılımcılar tek tek üstleri aranarak tekrar salona alındılar. Ardından toplantı ve sonrasında Cem yapıldı. Aynı gün de St. Pölten Alevi derneğinin kuruluşuna karar verildi.
- Eylül 1989 da Köln’de Alevi Cemaatleri/Toplulukları Federasyonunu (ACF) kurmak için bir seminer verilir.
- 29.10.1989 da Ahmet Aydemir bir tüzük hazırlarken Mainz derneği Başkanı İsmail Yağcı ve Köln Derneği Başkanı Niyazı Bozdoğan bütün derneklere bir davetiye yollayıp “bir üst kuruluşun tamamlanması” için çağırıda bulundu. Toplantıda Ahmet Aydemiz tüzüğü bir ay içinde tamamlayacağını söyler ve dernek yöneticileri “Ufak, yöresel, kültürel farklılıkları, bizleri ayrıştıran değil kültürel zenginliğimizi besleyen ögeler olduğunu kabul etmemiz lâzım” diyerek anlaştılar.
- 1 mayıs 1990 da ilk defa Aleviler “Alevi Öğretisine Özgürlük” pankartı altında 1 mayıs yürüyüşüne katılmak isterler. Ama Hasan Kılavuz’unda içinde bulunduğu siyasi örgütler “Aleviler bizimle yürüyemezler...Gericilerin 1 Mayıs’ta yeri yoktur” diye anons yaparlar. Ciddi tartışma çıkar. Yusuf Gül, Mehmet Yıldırım anons yapanların üzerine yürür: “Gerici ve şövenist sizlersiniz. Şimdiye kadar sırtımızda hep yüksünüz. Maskeniz düştü...Gücünüz varsa engelleyin.” dediler. Araya girenler vasıtasıyla çatışma önlendi ve ilk Alevi katılımı gerçekleşti.(Halis Tosun’un kitabından alıntı ve sayfa 95te Deviş Tur teyid ediyor).
- 25.5.1990 da Dortmund’da yapılan toplantıda federasyonun isminin “Vereinigung der Aleviten Gemeinden” yani Alevi Cemaatleri/Topluluğu Federasyonuolması9 derneğin oy birliğiyle karara alındı. Ahlen ile Schwerte dernekleri (Muhsin Cevahir ve Kanber Kutlu) muhalif kaldı. Kurucu dernekler:
1- Mainz Alevi Bektaşi Kültür Derneği (İsmail Yağlı)
2- Frankfurt Bektaşi Kültür Centrum (Rıza Bozkurt)
3- Köln Alevi Bektaşi Kültür Derneği (Hüseyin Tur- Niyazi Bozdoğan)
4- Dortmund Hacı Bektaş Veli Kültür derneği (Doğan Kamışlı)
5- Duisbourg Hacı Bektaş Veli Kültür derneği (Kemal Dede)
6- Heilbron Bektaşi Kültür derneği (Sabit Yıldız)
7- Stadtallendorf Hacı Bektaş Veli Kültür derneği (Rıza Şirin)
8- Kassel Hacı Bektaş Veli Kültür derneği (Ali Rıza Ağırgöl)
9- Stuttgart-Filderstadt Bektaşi Kültür derneği (Kazım Batman)
Kurucu Kurulu Yönetim Kurulu Başkanı: Ahmet Aydemir.
Yönetim kurulu: İsmail Yağlı, Derviş Tur, Musa Bakır, Uğur Aydoğdu
- 1990 da başkanı Halis Tosun, genel sekreter Turgut Öker, Hasan Kılavuz’da içinde olduğu “Hamburg Alevi Kültür Merkezi” derneği Üniversite salonunda yaptıkları toplantıya ACF’i de davet ederler. Diğer davetliler Nejat Birdoğan, Prof. Dr Çetin Özek ve Aziz Nesin. Bu tarihten itibaren Hamburg derneğinde ki bu yöneticiler Almanya’da yavaş yavaş Aleviliği tanımayan, inanmayan Nejat Birdoğan’dan edindikleri Alevi asimilasyonunu sık sık kendi görüşleri edinip yaydı. Hamburg Alevi Kültür Merkezi 1990 da Nejat Birdoğan’ın “Anadolu’nun gizli kültürü Alevilik” kitabını bastırır.
- 4.11.1990 Örgütsel çalışmaların sistemini bilenlerin yok denecek kadar az olması yüzünden karar alamadıkları zaman olmuş. Yeni yönetim kurulu üyelerini belirlemek için “Almanya Alevi-Bektaşi Dernekleri Federasyonu” adı altında Rüsselsheim’da başkan Ahmet Aydemir başkanlığında 2ci genel toplantısı. Köln, Duisbourg, Mainz, Frankfurt, Dortmund, Heilbron, Stadtallendorf, Kassel, Wiesbaden, Düsselheim, Roth, Eslingen, Nurtingen ve Avusturya Aleviler Birliği derneklerini temsilen 150 delege katılıyor. Yeni ekip: Başkan: Derviş Tur; Başkan Yardımcısı:Hasan Bozkul ve Sabit Yıldız; Genel sekreter: İbrahim Yılmaz;
- 24.11.1990 da Bielefeld yakınında İsmail Elçioğlu, Bielefeld Demokrasi Dostluk Derneği başkan yardımcısı Hüseyin Karaman ile konuşmuş ve “Alevi İnancı” hakkında seminer kararı alınmış. Federasyondan Derviş Tur, Ahmet Aydemir, İsmail Elçioğlu ve Sabit Yıldız konuşmalar için gitmişler. Bir grup olaylar çıkarır ve “Bunlar solun ve PKK’nın altını boşaltmak için T:C:’nin kurduğu örgüt adamları. Bunları niçin buraya getiriyorsunuz?” diye saldırırlar.
-15.12.1990 da dinsel bilgi kirliliğinin ilk girişimlerden biri: konu Kerbela katliamının 61ci hicri yıl 10 muharrem(miladi10 ekim 680) mi, yoksa hicri 62 10 muharrem (8 nisan 682) mi olduğu. Bu tartışma önce 10.11.1990 da Frankfurt HBV kültür derneğinde yapılan seminerde Kurban ve Muharrem tartışmalarıyla başladı. Canları rahatsız eden konuşmalar olduğundan hemen 13.11.1990 da Dortmund derneğinde, Duisbourg, Ahlen ile Schwerte derneklerinin katılımıyla toplanırlar. ACF yöneticilerinin tarihi kaynaklara dayanarak yaptıkları bilimsel izahlara karşı Muhsin Cevahir ve Kanber Kutlu, Yıldız Falıyla yaptığı izah karışıklıklara sebep oldu. Bunun üzerine 15.12.1990da
Almanya Alevi-Bektaşi Dernekleri Federasyonu başkanı Derviş Tur ve Ahmet Aydemir ile kurulmakta olan Bergkamen derneğinin daveti üzerine Muharrem ayı tarihi hakkındaki ikili tarih üzerine polemik-tartışmada bir neticeye varılamadı. Ahmet Aydemir ve zamanın Federasyon yönetimi, Alevilik inancını altüst etmek isteyen, İslam’dan ve Kur’an’dan uzaklaştırmak isteyen bu insanlarla ilmi kanıtlarla mücadeleye devam etti.
- 17.01.1991 Mainz Ordnungsamt “Vereinigung der Aleviten Gemeinden” adlı federasyonun resmiyet kazandığı belgeyi verdi.
-28.01.1991 de Rüsselsheim’de Alexander von Humbold Schule’nin salonunda ACF ilk cemi yapmak için izin aldı. 600 kişinin katılımıyla bu cem yapıldı. Cemden sonra üye kayıtları çoğaldı.
-30.01.1991 Yurtseverler Birliği başkanı Süleyman’ın mektubundan sonra Heilbron’da Sabit Yıldız’ın hazırladığı toplantıda Yurtseverler Birliği, Halkçı Devrimci Birliği, Anadolu Aleviler Birliği ACF çatısı altında birleşme kararı alırlar.
- 21.04.1991 ACF ilk bürosunu Gustavsburg Ginsheimer str. Möbel Turm binasında kiralar.
- 30.05.1991 Resmi kabulden sonra yapılması gereken Olağanüstü Genel Kurula katılan dernekler:
1- Mainz-Wiesbaden- Rüsselsheim HBK Derneği
2- Frankfurt Bektaşi Kültür Centrum (Rıza Bozkurt)
3- Köln Hacı Bektaşi Kültür Derneği
4- Dortmund Hacı Bektaş Veli Kültür derneği
5- Duisburg Hacı Bektaş Veli Kültür derneği
6- Filderstadt HB Kültür derneği
7- Frankfurt HB Zentrum derneği
7- Heilbron Bektaşi Kültür derneği
8- Herzogenburg Österreich HBK derneği
9- Görtingen HBK derneğin
10- Kassel Hacı Bektaş Veli Kültür derneği
11- Nurtingen HBK derneği
12- Osnabrück HBK derneği
13- Plattling HBK
14- Stadtallendorf Hacı Bektaş Kültür derneği
15- Wupertal HBV derneği
16- Wiesloch HBV Derneği
Genel Kurulda 76 delege vardı ve Divan Başkanlığını Süleyman Cem yardımcılarıda Alirıza Ova ve Nazım Batmandı.
Yönetim Kurulu: Derviş Tur Başkan; Ahmet Aydemir Genel Sekreter; Sabir Yıldız ikinci başkan; İlhan Aksoy Başkan yardımcısı; Efendi Yıldırım Muhasebe; İbrahim Yılmaz ve Mehmet Arslan üye seçildiler.
- Ağustos 1991 Mürşit dergisi yayınlanmaya başladı.
- Mayıs 1992 Federasyon başkanı olarak Derviş Tur Antalya Alevi Derneği açılışına davet ediliyor. Konuşmacılar arasında Nejat Birdoğan ve Ali Balkız var. Birdoğan konuşmasında seyyidlerin secerelerinin sahte olduğunu, Görgü ve Düşkünlük erkânında dışkı kullanıldığını söyledi ve Alevileri yerden yere vurdu. Zeynel Ertekin (Erzurum Aşkale Penek köyünden Kureyş Ocağından Seyyid Gazi’nin torunu; Cem cemaat görmüş, Görgü erkânını yaşamış, Yol’u, erkânı bilen ve yaşayan bir alevi) kızarak “Bırakın bu adamı öldüreceğim” diye sahneye çıkar ve Nejat Birdoğan’a vurup yere devirir. Zorla zaptedilir.
- 1993 Sivas olaylarına kadar Almanya’da ki Yurtseverler Birliği ACF’ye gericiler gözüyle bakıyorlardı. Sivas olayından sonra bir sene içinde bir kısmı Pir Sultan Kültür Derneği, bir kısmı Alevi Kültür Merkezi, bir kısmı da Hacı Bektaş Kültür derneği olarak isim değiştirdiler. “Bizde bu gençler nasıl olsa Alevi kökenli. Zamanla Alevi inançının kutsal değerlerini öğrenirlerse bu siyasi düşüncelerinden vaz geçerler diye düşündük... Büyük yanlışlık yaptığımızı geç anladık.” diye yazıyor Derviş Tur.
- 1993 den itibaren Nejat Birdoğan neredeyse AABF nin bütün toplantılarında birinci konuşmacı olarak bulundu
- 22-23 ocak 1993 Hamburg derneği Bonn taraflarında Ebertstieftung’un Jugundherberg’te ACF ile tanışma toplantısı ister. ACF’ten Ahmet Aydemir, Derviş Tur, Sabit Yıldız ve İsmail Elçioğlu (üç aylık ACF başkanlığı sırasında). Diğer tarafta ise Alirıza Gülçiçek, Gülüzar Cengiz, Necdet Saraç, Turgut Öker ve Nejat Birdoğan. Gündem: Alevi Cemaati Federasyonu’nun çalışma programı ve izlediği politika.
Nejat Birdoğan “Alevilik ve Alevi inançı sizi kurtarmaz. Sizi laiklik, demokrasi, özgürlükten yana düşünce kurtarır. Derviş Tur ve Ahmet Aydemir “Hayır, biz inançımız için yola çıktık. ACF bir inanç kurumudur, içine siyaseti sokmayız” der. Turgut Öker, İsmal Elçioğlu’na hücüm eder: “Telefonda söylediğin başka şimdi başka. İkili oynuyorsun. Derviş Tur konuşuyor sen de onun söylediğinin dışına çıkmıyorsun.” İsmail Elçioğlu yeni başkan ama siyasi ve inançsal idare Derviş Tur, Ahmet Aydemir ve İsmail Yağcı elinde. Turgut, İsmail Elçioğlu ile “Federasyon’u böyle inanç üzerinde değilde Demokratik Kitle Örgütü’ne çeviriseniz birleşiriz” diye konuşmuşlar.
Nejat “Alevilikteki Dedelerin soyları tartışılır. İnanç düzeninizin Hz. Muhammet ve Kur’an ile alakası yoktur ”der. ACF temsilcilerinin kararlığı karşısında Alirıza Gülçiçek, Gülüzar Cengiz ve Turgut Öker “Biz de Aleviyiz. Eğer görev alırsak Alevi inançı ve Alevilik için çalışacağız. Onda kuşkunuz olmasın”diyerek dönüş yapar, ACF temsilcilerini iknaya çalışırlar. Necdet Saraç Nejat Birdoğan’ın görüşünde kalır. Neticede başka bir zaman birarada olmak için ikinci günü sonlandırırlar.
- 12.06.1993 bildirisi: ACF/ABC dışındaki 9 dernek Köln’de toplantı sonrası bir bildiri yayınlar:
1- Gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’daki gelişmeler Alevilere tarihi sorumluluklar yüklemekte ve birliği kaçınılmaz kılmaktadır.
2- Gerek ABF gerek ABF dışı güçler Alevilerin istemleri doğrultusunda Alevilerin hakkı olan bir örgütlülüğe ve istemlere yeterince cevap verememektedir.
3- Bugün önümüzde duran görev, mevcut bütün Alevi örgütlenmelerinin, kendi içerisindeki farklılıklarıda özgürce ifade edebilecekleri, demokratik bir platform sağlanmasında yatmaktadır. Bu platform mevcut ABF bünyesinde yaratılmalıdır.
4- ABF’de yöneticilerinin belirleyici olduğu bir anlayış yerine ilkelerin ön planda olduğu ve herkesin bu ilkeler çerçevesinde çalıştığı bir anlayış hakim kılınmalıdır.
Bu bildiride ayrıca ABF in 30 ekimdeki Genel Kurulunun tehir edilmesi istenir.
- 02.07.1993 Sivas Katliamı sonrası 10 temmuz da Köln’de ilk defa Aleviler kendi adına yürüyüş yaptı.
- 18.07.1993 te yapılan ABF genişletilmiş yönetim kurulu ABF dışındaki 9 derneğin, aidatlarını yatırdıkları takdirde 30 ekim Olağanüstü genel kurula katılabileciği kararını aldı.
Sivas olaylarına kadar Almanya’da ki Yurtseverler Birliği ACF’ye gericiler gözüyle bakıyorlardı. Sivas olayından sonra bir sene içinde bir kısmı Pir Sultan Kültür Derneği, bir kısmı Alevi Kültür Merkezi, bir kısmı da Hacı Bektaş Kültür derneği olarak isim değiştirdiler. Derviş Tur bugün “Bizde bu gençler nasıl olsa Alevi kökenli. Zamanla Alevi inançının kutsal değerlerini öğrenirlerse bu siyasi düşüncelerinden vaz geçerler diye düşündük... Büyük yanlışlık yaptığımızı geç anladık.” diye yazıyor.
- 30/31.10.1993 Alevi Birlikleri Federasyonu 3cü Olağanüstü Genel Kurulu 40 tan fazla dernek temsilcileriyle yapıldı. Çalışma raporudan:
“Günümüzde gelişmekte olan olaylar artık bizlerin ayrı ayrı değil birlikte hareket etmemizi zorunlu kılmaktadır. Zira gelen tehlike ve Şeriat devleti kurma istemleri her şeyden önce Alevileri hedeflemektedir. 2 temmuz 1933 tarihinde Sivas’ta yaşanan olaylar ve sergilenen vahşet, birliğimizi kurup devletin her kesiminde ağırlığımızı duyuramayacak olursak, başımıza daha nelerin gelebileciğinin açık kanıtlarıdır.”
Yönetime ABF içinden hiçbir kadro talip çıkmayınca yönetim kurulundakilerde çekildi ve Köln’den yeni derneklerden gelenler idareyi tam kadro aldılar.
-26.11.1993 Almanya PKK’yı yasakladı.
- 14.06.1994 Dortmund Lüdenscheid yakınlarında seminer(AABF başkanı Alirıza Gülçiçek, Gen. Sek. Gülüzar Cengiz) konuşmacılar arasında yönetimden Necdet Saraç ve Derviş Tur. Davetli konuşmacı Vecihi Timur. Vecihi Timur diyorki “Nedir bu Allah, Muhammet, Ali safsataları? Aklı olan kimse bunlara inanmaz. Aleviliğin din ile inanç ile alakası yoktur”. Herkes sessiz. Konuşmalar sonrası Derviş Tur yakasına yapışıp “Sen bu Alevi seminerinde nasıl böyle konuşursun; kim seni davet etti? Diyince Vecihi Timur “Gülüzar ve Turgut ile konuştum. Onlar davet etti..” der..
- Ekim 1994 Aktüel dergisinde Nejat Birdoğan “Alevilik İslam dışıdır” tezini “Anadolu’nun Gizli Kültürü” kitabında savunuyor.
- 21-22 mart 2000 Nevruz haftası Nordrein Westfaliye dernekleri için cıvarındaki altı bölgede “Hz. Ali’nin yaşam ve öğretisi” üzerine Gelsenkirchen’de seminere davet edilen Erdoğan Aydın, Oral Çalışlar Cumhuriyet gazatesi köşe yazarı), Derviş Tur gibi konuşmacılar davet ediliyor. Erdoğan Aydın aleviliğin inanç olmadığını, tarih boyunca bir başkaldırma ideolojisi oldunu söylüyor. Derviş Tur itiraz ediyor ve sonunda “Kim bu insanları davet etti? Alevi inancını öğrenmek için Aleviliğe inanmayan Sünni ve Şafileri toplamış dinliyorsunuz...” diyor. Bazıları “Sen içimize gelen misafirlere nasıl böyle hakaret edersin?” diye tepki gösteriyorlar.
Krefeld’deki konuşmada ise Erdoğan Aydın “Alevilik inanç değildir, İslam diniyle alakası yoktur. Bir başkaldırı ideolojisidir.” deyince salonda Veli Aydın “Kardeşim biz seni esas konuyu anlatman için davet ettik. Biliyorsan konuyu anlat. Bilmiyorsan konuşma.” der. Erdoğan Aydın devam edince salondakiler kalkıp gider.
7- Almanya’da ilk Alevi yapılanmasında ortaya çıkan Alevi sorunlarının özeti:
a- Aleviliğin tanımı ve bilgi kirliliği sorunları
- Mainz Ordnungsamt “Nasıl bir inanç konu ediliyor” diye soruyor. Bir alman ve fransız profesörün yazılarını kopyalayarak Amtsgericht Mainz’a veriyorlar.
- Kerbela katliamının tarihini tesbit edip değiştirmeye, Muharrem Oruçunun tarihi değiştirmeye yönelik tartışmalar dinsel bilgi kirliğinden ilk girişimlerden biri: konu Kerbela katliamının 61ci hicri yıl 10 muharrem(miladi10 ekim 680) mi, yoksa hicri 62 10 muharrem (8 nisan 682) mi olduğu.
- Alevi inancı üzerine doğru bilgi verenlerden oluşan bir seminer ihtiyaçı
- “Hızır” konusu anlatıldı. Bu dernek Çorumlu , Tuncelili ve Erzincan’lılardan oluşuyordu. Her biri “Bizde böyle uygulanmıyor” diyerek..... değişik yörelerden gelen aleviler ilk defa birlikte aynı bir dernekte buluşuyor ve erkan farklılıklarını ortaya koyuyorlardı.
- Aleviliği tanımayan, inanmayan Nejat Birdoğan’dan edindikleri alevi asimilasyonunu sık sık kendi görüşleri edinip yaydı.
- Alevilik inancını altüst etmek isteyen, İslam’dan ve Kur’an’dan uzaklaştırmak isteyen bu insanlarla ilmi kanıtlarla mücadeleye devam etti.
- Birdoğan konuşmasında seyyidlerin secerelerinin sahte olduğunu, Görgü ve Düşkünlük erkânında dışkı kullanıldığını söyledi ve Alevileri yerden yere vurdu.
- Nejat Birdoğan “Alevilik ve Alevi inancı sizi kurtarmaz. Sizi laiklik, demokrasi, özgürlükten yana düşünce kurtarır.
- Nejat “Alevilikteki Dedelerin soyları tartışılır. İnanç düzeninizin Hz. Muhammet ve Kur’an ile alakası yoktur ”der.
- ACF temsilcilerinin kararlığı karşısında Alirıza Gülçiçek, Gülüzar Cengiz ve Turgut Öker “Biz de Aleviyiz. Eğer görev alırsak Alevi inançı ve Alevilik için çalışacağız. Onda kuşkunuz olmasın”diyerek dönüş yapar.
- 12.06.1993 bildirisi: ACF dışındaki 9 dernek Köln’de toplantı sonrası bir bildiri yayınlar. 4.cü madde: ABF’de yöneticilerinin belirleyici olduğu bir anlayış yerine ilkelerin ön planda olduğu ve herkesin bu ilkeler çerçevesinde çalıştığı bir anlayış hakim kılınmalıdır. (Bu ilkeler nelerdi?)
- Vecihi Timur diyorki “Nedir bu Allah, Muhammet, Ali safsataları? Aklı olan kimse bunlara inanmaz. Aleviliğin din ile inanç ile alakası yoktur”
- Aleviliğin inanç olmadığını, tarih boyunca bir başkaldırma ideolojisi oldunu söylüyor.
b- Dedelik kurumunda ve Talip-Dede-Mürşit ilişkilerinde ve İkrar verme, Musahiplik, Görgü ve Cemlerin işlevinde sorunlar ve dinsel eğitim eksikliği;
- Cem yapmak ihtiyacı
- Cemden sonra üye kayıtları çoğaldı.
- “Ufak, yöresel, kültürel farklılıkları, bizleri ayrıştıran değil kültürel zenginliğimizi besleyen ögeler olduğunu kabul etmemiz lâzım” diyerek anlaştılar.
- Nejat “Alevilikteki Dedelerin soyları tartışılır. İnanç düzeninizin Hz. Muhammet ve Kur’an ile alakası yoktur ”der.
- 12.06.1993 bildirisi: ACF dışındaki 9 dernek Köln’de toplantı sonrası bir bildiri yayınlar. 2.ci madde: Gerek ABF gerek ABF dışı güçler Alevilerin istemleri doğrultusunda Alevilerin hakkı olan bir örgütlülüğe ve istemlere yeterince cevap verememektedir.
c- Alevi kurumlarını siyasi ideolojilerden arındırılması ve toplumsal yaşamda varlığını siyasi ve hukuksal alanda kabul ettirmesi.
- Türk sol örgütleri “Avusturya’ya Alevi örgütlerini sokmayacağız”
- Siyasi örgütler “Aleviler bizimle yürüyemezler...Gericilerin 1 Mayıs’ta yeri yoktur” diye anons yaparlar. Ciddi tartışma çıkar. Yusuf Gül, Mehmet Yıldırım anons yapanların üzerine yürür: “Gerici ve şövenist sizlersiniz. Şimdiye kadar sırtımızda hep yüksünüz. Maskeniz düştü...Gücünüz varsa engelleyin.”
- Örgütsel çalışmaların sistemini bilenlerin yok denecek kadar az olması yüzünden karar alamadıkları zaman olmuş.
- “Bunlar solun ve PKK’nın altını boşaltmak için T:C:’nin kurduğu örgüt adamları. Bunları niçin buraya getiriyorsunuz?” diye saldırırlar.
- ACF’ye gericiler gözüyle bakıyorlardı.
- “Federasyon’u böyle inanç üzerinde değilde Demokratik Kitle Örgütü’ne çeviriseniz birleşiriz” diye konuşmuşlar.
- ACF temsilcilerinin kararlığı karşısında Alirıza Gülçiçek, Gülüzar Cengiz ve Turgut Öker “Biz de Aleviyiz. Eğer görev alırsak Alevi inançı ve Alevilik için çalışacağız. Onda kuşkunuz olmasın”diyerek dönüş yapar.
- 12.06.1993 bildirisi: ACF dışındaki 9 dernek Köln’de toplantı sonrası bir bildiri yayınlar:
1- Gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’daki gelişmeler Alevilere tarihi sorumluluklar yüklemekte ve birliği kaçınılmaz kılmaktadır.
2- Gerek ABF gerek ABF dışı güçler Alevilerin istemleri doğrultusunda Alevilerin hakkı olan bir örgütlülüğe ve istemlere yeterince cevap verememektedir.
3- Bugün önümüzde duran görev, mevcut bütün Alevi örgütlenmelerinin, kendi içerisindeki farklılıklarıda özgürce ifade edebilecekleri, demokratik bir platform sağlanmasında yatmaktadır. Bu platform mevcut ABF bünyesinde yaratılmalıdır.
4- ABF’de yöneticilerinin belirleyici olduğu bir anlayış yerine ilkelerin ön planda olduğu ve herkesin bu ilkeler çerçevesinde çalıştığı bir anlayış hakim kılınmalıdır.
- “Günümüzde gelişmekte olan olaylar artık bizlerin ayrı ayrı değil birlikte hareket etmemizi zorunlu kılmaktadır. Zira gelen tehlike ve Şeriat devleti kurma istemleri her şeyden önce Alevileri hedeflemektedir. 2 temmuz 1933 tarihinde Sivas’ta yaşanan olaylar ve sergilenen vahşet, birliğimizi kurup devletin her kesiminde ağırlığımızı duyuramayacak olursak, başımıza daha nelerin gelebileciğinin açık kanıtlarıdır.”
- Yönetime ABF içinden hiçbir kadro yönetime talip çıkmayınca yönetim kurulundakilerde çekildi ve Köln’den yeni derneklerden gelenler idareyi tam kadro aldılar.
Bu gelişimler aşağı yukarı İsviçre’de ve diğer Avrupa ülkelerinde de Almanya’daki Alevi yapılanmasındaki gibi oldu ve aynı sorunları yüzüstüne çıkardı. Seyyid Derviş Tur bugün o günlerden şöyle bahsediyor:“Biz, bu gençler nasıl olsa Alevi kökenli; zamanla Alevi inançının kutsal değerlerini öğrenirlerse bu siyasi düşüncelerinden vaz geçerler diye düşündük... Büyük yanlışlık yaptığımızı geç anladık.”.
8- İlk Alevi Yapılanmasından Bugüne Sorunları Etkileyen/Değiştiren Olaylar:
Kısaca bu ilk Alevi yapılanma safhasından sonra 1993te Almanya’dan başlayarak bütün Batı Avrupa ülkelerinde, Türkiye’de olduğu gibi, önemli bazı gelişmeler oldu ve taşlar yerinden oynadı. Alevi kurumlarında dengeleri değiştiren, çözüm yollarını etkileyen ve yönlendiren olaylar oldu:
a-24 haziran 1993 de PKK’nın Almanya’da Münih, Fransa’da Marsilya ve İsviçre’de Bern’de bulunan Türk konsolosluklarını basması sonucunda 26 kasım 1993te Almanya’da PKK yasaklandı ve değişik kurumları kapatıldı. Avrupa ülkelerinde Kürt politikalarında da değişikler oldu. PKK yı terör örgütü olarak kabul eden ülkeler çoğalmasından sonra 1996 yılı ortalarına gelindiğinde tehditler yerini uzlaşmacı bir dile bıraktı ve PKK, Almanya ile politik bir diyalog ve çözüm arayışı içerisinde olduğu mesajını verdi. 13 Ocak 1998, Federal Savcılık şiddet eylemlerindeki azalmalara dayanarak, PKK'nın artık bir terör örgütü değil, bir suç örgütü olarak kabul edildiğini açıkladı. Fakat 2 Mayıs 2002'de Avrupa Birliği, PKK'yı terör örgütleri listesine eklemeye karar verdi. Bu arada Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanması ve idam cezasının ömür boyu hapis cezasına dönüştürülmesi, Türk televizyon ve radyo yayınlarında kırmancıya yer verilmesi ve özel eğitim kurumlarında Kürtçe derslerine izin verilmesi Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde de önemli gelişmeler olarak algılandı.
b- 26 kasım 1993te Almanya’da PKK yasaklanması ve değişik kurumlarının kapatılması üzerine daha önce başlamış olan Kürt milliyetcileri ve sol hareketlerden hatta bazı ılımlı PKKlılardan Alevi derneklerine sızmalar ve yönetimde görev almalar hızlandı. 30/31 ekim 1993 de yapılan Alevi Birlikleri Federasyonu 3cü Olağanüstü Genel Kurulunda yönetim inançla alakası olmadığı halde “Aleviyim” deyip üstelik “Alevilik İslam dışıdır” ve “Ali’siz Alevilik” düşüncesini savunanların eline geçti. Bu tarih Avrupa Alevi yapılanmasında bir kırılma noktası oldu. Belki dernekler daha profesyonelce idare edilmeye başladı ama aleviliğin özü de tamamen saptırıldı. Bugüne kadar da yaptıkları yapısal anti-demokratik değişimlerle Federasyon-Konfederasyon yönetimini kimseye bırakmadılar. Devamlı olarak Alevi üstçatı kurumlarını, alevileri, aleviliği bilinçli bir şekilde Kürt milliyetciliği ve siyasî gelecekleri için bir araç olarak kullandılar ve kurumlarımıza büyük zarar verdiler.
Bütün dernekler üstçatı yöneticilerinin bu “Alevilik yaklaşımını” paylaşmadılar; fakat bir çokları da bu üstçatıyı da terketmediler veya aidatlarını vermeselerde bu kurumları terkedemediler.
Bugün Alevilerin Avrupa yapılanmasında belki ikinci bir kırılma noktasına gelindi. Federasyonlardan “Alevilik İslam’ın bir yorumudur” diyerek ayrılan dernekler ile bağımsız kurulan dernekler çoğaldı ve ağırlıkları görülür olmaya başladı. Bütün sorunlara rağmen özüne uygun yaşamaya, eğitimini vermeye çalışıyor ve gelecek nesillerde yaşaması için mücadele veriyoruz. Unutmayalım, hangi etniden, siyasi görüş ve partiden, sosyal gruptan olursanız olun “Aleviyim” diyen biri, Cemevinde olduğu gibi günlük yaşamda da ikrar vermiş görgüden geçmiş bir “Can” olarak hareket eder. Bunlar olmazsa olmazımızdır. Bunu gerçekleştirmeyi Federasyonlar çeyrek yüzyıldır yapamadı. Biz yapabiliriz. Yeni bir yapılanma için bütün şartlar hazır. Birbirlerimize güvenip ilk adımı atıp ortak akılla sorunları “Birlik”te halletmek işten bile değil.
c- 2002’de AKP’nin iktidar olması ve Kürt açılımı girişimi ile “PKK eski PKK değil, savaşmıyalım konuşalım” dönemi başladı. Hedef demokrasi standartlarını yükseltmek, anayasa değişiliği sürecine girmek ve PKKya silah bıraktırmaktı. “Barış Projesi” toplumun bütün katmanlarında olduğu gibi Aleviler de “Kardeş kanı akmayacak” umudunu yarattı ve HDP’ye destek verdiler. 7 haziran 2015 seçimlerde HDP 6 milyon oy aldı ve mecliste 3cü parti oldu. Fakat arkasından PKK silahlara sarıldı. HDP ye oy verenler “HDP arkadan mı vuruldu? Ne oluyor?” diye sordular. PKKnın hedefi barış ve birlikte yaşam değil taktiksel duruş, siyasî stratejiymiş.
Almanya’da ki Alevilerde bazı şeyleri anladılar ve bu duruma tepki gösterdiler. 12 .11.2016 da Almanya Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun düzenlediği “Köln de “Diktatörlüğe hayır, Demokrasiye evet” mitinginde ön tarafa yerleşen bir kısım PKK militanı Abdullah Öçalan posterleri açınca Aleviler protesto ettiler. Demokrasi için güç birliğiyle mücadeleye evet, ama Abdullah Öcalan’a ve terör örgütü PKK’ya hayır. Arada büyük bir fark var. AABK bu baskı karşısında “Demokratik Güç Birliği Platformu” ile ilişkilerini dondurmak zorunda kaldı.
d- Alevi toplumunun bireysel ve kurumsal düzeyde uzun yıllardır sürdürmekte olduğu “HAK ve EŞİTLİK” talepleri 2005 yılından itibaren Cem Vakfı tarafından açılan üç ayrı dava ile iç hukuk içinde de kurumsal olarak takip edilmeye başlamıştır.
Bu süreçte toplumumuzun gündemine gelen “ALEVİ AÇILIMI” ve “ALEVİ ÇALIŞTAYLARI” doyurucu hiç bir sonuç üretemediği için iç hukuk yolları tükendikçe söz konusu davalar 2010 yılında AİHM- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gündemine taşınmıştı.
AİHM, 2014’te Cemevlerinin ibadethane olduğuna, 2015’te Zorunlu Din Derslerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun hale getirilmesi gerektiğine ve 2016’da devletin inanç gruplarına karşı davranışlarında herhangi bir ayrımcılık olmaması gerektiğine dair Alevi kurumlarını sevindiren üç önemli karar aldı. AİHM Kararlarının uygulanmasını izlemekten sorumlu makam olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’de yaşanan 15.Temmuz.2016 darbe girişimi ve ardından gelen OHAL (Olağanüstü Hal) koşullarında, söz konusu kararların uygulanması ile ilgili izleme süreçlerini askıya aldı. 2018’de OHAL’in kaldırılması ile birlikte İnanç Özgürlükleri ile ilgili uygulanmamış kararlar topluca Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 3.Aralık 2019ta tekrar gündemine alındı ve 21 haziran 2020ye kadar hükümetten uygulama için bir Yol Haritası istendi.
Bu yasal kararlar, Aleviliğin tanımı ve Alevilerin inanç topluluğu olarak tanınması, bu haklar için mücadele veren Alevi kurumlarına özgüven ve ayrı bir güç kazandırdı.
e- Federasyon dışında kalan dernekler de özgüven kazanıp seslerini yükseltmeye başladılar. Aralarında iletişim önem kazandı ve bir üstçatı altında birleşmekten uzak dursalar bile arada sırada birlikte hareket ettiler. Bu ortamda Federasyon yöneticileri hatalı adımlar atmaya başladılar. Sadece son iki yıllık dönemde bir iki olay oldu:
Eylül 2018de “Devrimci Alevi Birliği” imzasını taşıyan ve etrafında kendileriyle beraber Almanya ABF ve Fransa FUAF gibi 21 kurumun amblemi bulunan bir bildiri sosyal medyalarda dolaşıyor ve “Alevi Kurumları, ortak bir açıklama yapıp bu yıldan itibaren artık Şii-İslami Muharrem Yas Ayı, 12 imam, Kerbelâ Oruçu vs.. tamamen kalkmalıdır” diye çağrı yapıyorlar. 4 Temmuz 2017 tarihinde Hacı Bektaş Veli’de toplanan bazı kişi ve kuruluş başkanları aynı teklifle bir bildiri yayınlamıştı. Niçin Alevi yapılanması başladığından beri Aleviliğin içini boşaltmak ve yok etmek isteyen girişimler oluyor? Herkesin Alevi olmasını talep eden yok. Buna rağmen kim, neden İslamın bir yorumu olan Alevilikten ve Alevilerden korkuyor? Neden İnançsal Özgürlüğü” kabul bu kadar zor?
Bu bildiriye İsviçre’deki Alevi derneklerinden Basel ve Çevresi Alevi-Bektaşi Kültür Birliği, Biel Alevi Kültür Merkezi, Cenevre Alevi Topluluğu, İsviçre Alevi Topluluğu, İsviçre Alevi Bektaşi Dergâhı, Langenthal Merkezi Alevi Cemevi, Lausanne Alevi Kültür Merkezi, Winterthur Alevi Kültür Merkezi “Muharrem yası ve oruçuda, 12 imamlarda bizim Alevi dinî inancımızdır” adlı bir bildiriyle 29.09.2018 de cevap verdi:
(...)Şayet Alevi iseniz “Eline diline beline, aşına eşine işine sahip olmaya, kendine reva görmediğini başkasına uygulamamaya, kendini bilip, 72 millet ve tüm canlara, Ehlibeyt ve 12 imamlara sevgi saygı göstermeye ve dedenin “bu yol uzun ve zordur şimdi ikrar verip yarın döneceksen hiç söz verme, hadi git” demesine rağmen ikrar verdiniz. “Aleviyim” diyorsanız günlük yaşantınızda da yalandan, fitneden, riyadan uzak, eline-diline-beline sahip bir “Can” olun. Fakat siz Aleviyim ama Muharrem Yas ve Oruçunu 12 imamı vs. kaldırdık, Alisiz aleviyiz ve Alevilik İslam dışıdır diye sosyal medyada yazıyorunuz. Bu bir alevinin verdiği ikrardan dönmesidir. Belki de hiç ikrar vermediniz ve, alevi aileden gelseniz bile, inançla hiçbir alakanız yok. Hedefiniz derneklerin içerisine sızıp, bilgi kirliliği yaratarak derneklerde “Alevi” inancının özünü boşaltıp, üyelerinin birlik ve beraberliğini siyasi veya milliyetçi faaliyetlerinize alet etmekti.
Yeter artık. Bundan sonra sizleri “Pirincin içindeki beyaz taşlar” olarak değil “Alevi” inancının ismini gasp etmiş ve dinsel özgürlüğümüze, dini inancımıza, Alevi edep-erkânına saldıran, zedelemeye ve itibasızlaştırmaya çalışan bir dernek(ler) olarak görüyoruz. Neye inanıyorsanız o inancı istediğiniz gibi özgürce yaşayın, istediğinizi değiştirin ama başka inançlarında özgürlüğüne saygı gösterin ve erkânlarına karışmayın. Alevilikten elinizi çekin. Artık sizi sadece kınıyarak Yol’umuza devam etmeyeceğiz ve saldırılarınız devam ederse bulunduğunuz bütün ülkelerde, yerel kanunlara ve uluslararası sözleşmelere dayanarak ihlal ettiğiniz hak ve hukukumuzu arayacağız.
Ama AABF yoluna devam etti. Çelişkiler içinde bocalayan AABF hakkında gazeteci Ali Rıza Özcan 03.10.2019 tarihinde bir yazısında (https://www.ha-ber.com/makaleler/aabf-nereye-gidiyor/) şu olayın altını çiziyor:
“Nitekim, 25 Eylül 2019’da Evrensel gazetesinin sitesinde yayınlanan ve söyleşiyi yapan Yücel Özdemir’in Alman devletinin oluşturduğu ve Türkiye’deki Diyanet İşleri Başkanlığı benzeri olan Alman İslam Konferansı (Deutsche Islam Konferenz – DIK) içinde AABF’nin de yer aldığını belirtmesi üzerine Hüseyin Mat tam olarak şunları söylüyor: “Biz kurum olarak İslam zirvesine gözlemci olarak katılıyoruz. Çünkü biz bir İslam kurumu değiliz.”
Öncelikle hemen belirteyim ki, “gözlemci olarak katılıyoruz” ifadesi kesinlikle doğru değil. Hüseyin Mat bu bilgi ile insanları açıkça yanıltıyor. Gerçek şu ki, AABF DIK’in tam üyesidir. Gözlemci statüsü yoktur. Katılımcıdır. Hem de ilk kurulduğu 2006 yılından bu yana!
DIK’e 2006’da katılan kurucu örgütler ve temsilcileri şunlardır:
Sadi Arslan (DİTİB)
Ayyup Axel Köhler (ZMD)
Mehmet Yılmaz (VIKZ)
Ali Kızılkaya (IRD)
Ali Ertan Toprak (AABF)
Bu bilgilere ulaşmak için uzun boylu çabalamaya gerek yok. DIK internet sitesinde zaten var. AABF Başkanı Hüseyin Mat’ın bu gerçeği neden gizlemek istediği kendi cevaplaması gereken bir konudur. Burada niyet okuması yapmak istemiyorum.
Ancak, “Biz İslam kurumu değiliz”, vurgusunun, aynı zamanda “biz (Alevilik) İslam dışı(yız)dır”, anlamına geldiğini ve Aleviler arasında bir süredir var olan tartışmada başkanın açıkça ve tek yanlı olarak bir görüşün temsilciliğini üstlendiğini söyleyebilirim.
Bunun anlamı ise şudur: eğer Aleviler arasında süregiden tartışmalarda en üst seviyede taraf olan bir kişi, diğer kimliksel tanımlamaları benimseyenleri temsil etme hakkını kaybetmiş veya rızasıyla bu temsilden vaz geçmiş demektir.
O halde, Hüseyin Mat’ın şu an itibariyle, sadece Aleviliği İslam dışı tanımlayanların temsilcisi olduğunu ve diğer Alevileri temsil edemeyeceğini söylemek, doğru olur.
Mat’ın DIK’te bulunmakla ilgili bize anlatamayacağı sıkıntıları olduğu çok açık. Ama, kendisine buradan çağrıda bulunmak istiyorum. Bu sıkıntıları DIK’e göndereceği ve bundan böyle DIK’in parçası olmayacaklarını bildiren bir yazı ile çözebilir. O zaman DIK resmi sitesinde AABF’yi tanıtan şu cümleler de doğal olarak geçersiz hale gelecek ve kaldırılacaktır:“Alevitische Gemeinde Deutschland e.V. türkçesiyle Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu, AABF”
Nokta. Söylecek başka bir şey kalmadı. Seçenekler önlerinde, şimdiye kadar yaptıkları gibi birbirine ters düşen kimlikleri iki tarafı kandırarak yürütemezsiniz.
f- Bu seneki son gelişme Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonu ev sahipliğinde Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun öncülüğünde Viyana’da 8-9 Şubat 2020 tarihlerinde yapılan 1. Avrupa Alevi Kurultayı’nın sonuç bildirgesi oldu.
Federasyonların çözülmeye karşı dernekleri tutmak için yeni stratejisini gördük. «Biz Ne O’yuz Ne Bu’yuz, Biz Aleviyiz» diyip «...inancımız Batın-î anlamda Hakk-Muhammet-Ali birliğini özünde barındıran her hangi bir inancın ve dinin içerisine haps edilmemesi» gerektiğini bildirgelerinde yazdılar.
Geçmişte net bir şekilde «Alevilik İslam dışındadır» deyişini terketmiş gibi görünenler bugün bu içeriği başka bir yaklaşımla «… her hangi bir inancın ve dinin içerisine haps edilmemesi» gerektiğini söylüyorlar.Şekil değişik ama öz aynı. «Alevilik İslam dışındadır» deyişinin keskinliği maskelenmiş fakat net bir şekilde de ne olduğu da söylenmemiş. Bu cümlecikle Aleviliğin İslamın içinde olmadığını ama tam dışında da olmadığını mı söylemek istiyorlar? Bu inandırıcı olmayan bir esneklikle, senelerdir izah ettiğimiz Aleviliğin bağdaştırıcı bir İslam yorumu olduğu söyleşimizi, kendi icatları “Senkretik Aleviliği” şöyle tanımlıyorlar:
“Kurultayımızın her üç komisyonunda da saptandığı ve temel değer ve ritüellerinde de açıklıkla görüleceği gibi Alevilik, mevcut diğer tüm din ve inançlar gibi kendine özgü ve farklı bir inançtır. Hakkı kendinde bulması, Varoluş olgusunu Vahdeti Vucut, Vahdeti Mevcut’la bütünleyen ve Devriye anlayışı ile yetmiş iki millete/inanca bir nazarla bakması, cihat karşıtlığı, kadın erkek ayrımcılığını reddetmesi, Kırklar Cemi, Rıza şehri, Kabe’yi insanda görmesi, vb. özellikleriyle Batıni bir inançtır. Başta Cem olmak üzere, Rızalık ve İkrarlık ilkesi ile oruçları, Hızır’ı, Devriye inancı, Bağlaması, Semahı ile Alevilik, herhangi bir dinin veya inancın mezhebi değil, ancak kendi değerleri içinde doğru anlaşılır bir inanç, başlıbaşına bir YOL’dur”.
Bağıra bağıra Aleviliğin bir mezhep olmadığını ve İslam içindeki ayrışmaların dinbilimi sebeplerini, Şia’t-ü Ali yolunun tarihi süreçte oluşumunun ve bu tarihin mihenk taşlarını, ayrıntılarını, nasıl bir İslam yorumu olduğunu, niceliğini, niteliğini ve bu yorumu Kur’an ayetlerine dayanarak söyledik. İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’daki ayetler temel alınarak geliştirilmiş “Hakkı kendinde bulması, Varoluş olgusunu Vahdeti Vucut, Vahdeti Mevcut’la bütünleyen ve Devriye anlayışı ile yetmiş iki millete/inanca bir nazarla bakması” ve Cem’in Tevid ve Miraçlama/Semah etrafındaki yapısı, Zahirini belirtmedikleri Bâtını, İslam’ın dışında bir teolojik “bütünlük” içinde nasıl tanımlayabilirler? Bu iddia hangi yazılı veya sözlü geçmişe dayanıyor? “Kırklar cemi”nde bahsedilen peygamber Muhammed hangi inançın peygamberi? Tanrı Muhammed ile “doksan bin söz konuştu. Bunun otuz bini şeriat üzerine idi, inananlara indi. Kalan altmış bini ise Ali'de sırroldu” diye bahsedilen, Kırklar Ceminde Muhammed’in yanına oturduğu, bileği kesinlince kanayan Ali kimdir? Dışarıda olduğu söylenen Selman’ın ismi hangi inançta geçiyor? Bunlar sadece İslam’dan senkretik alıntılarsa inançlarının dinbilimlerinin ana temeli, erkân dayanakları, yazılı-sözlü belgeleri ve tarihcesi nedir? Luvi veya Zerduş inancı mı? Tek tanrılı ve çoktanrılı bilmediğimiz başka bir inanç sistemi mi? Kendini “dinsel inanç” olarak ifade eden her inança ve ona inanan insan topluluğuna hürmetimiz vardır. Söyledikleri “Senkretik Aleviliği” tanımlamak için kullandıkları terimlerinin İslam ve geleneksel Alevilik dışında tanımlarını bir “bütünlük” içinde nasıl ve hangi ilim ve bilimle yapacakları merak konumuz. Okuduklarımız ve duyduklarımız akıl, mantık ve zekâmızı hiçe sayan tam bir aldatmadır; düşünsel dolandırıcılık girişimidir.
Bu bildirgeden önce ve sonra değişik ülkelerde «dialog» teklifleri ve uzlaşma arayışları oldu. Çoğunlumuz bu uzlaşmayı ve birliği arzu ediyoruz. Bugün 1993 de Derviş Tur’un «hata ettik» dediği ortamdan çok uzaktayız. Belki biz güvensizlikten ve bencillikten bir birlik kuramadık. Ama bu sefer kırmızı çizgilerimiz belli ve bunların özünü aşağıda, ayrıntılarını da özel bir bölümde bulacaksınız. Yasal haklarımızı masa başında Federasyonların katkısı olmadan kazandık, şimdi de günlük yaşamda da kazanmak için mücadele vereceğiz.
9- Her «Biz Aleviyiz» diyen Alevi olabilir mi?
Toplumsal bir olayın “din” olup olmadığını anlamaya nasıl yaklaşabiliriz? Dinler tarihinde genellikle dört ölçüt (kriter) göz önüne alınır:
1- Din adamları olmalı,
2- Kutsal kitapları olmalı,
3- Erkânı olmalı,
4- Din eğitiminin yapıldığı yerleri olmalı
Bu çalışmanındiğer bölümlerinde Aleviliğin bütün bu ölçütleri nasıl yerine getirdiğini; Alevilik ve terimlerinin tanımını ayrıntılarıyla ele alacağız fakat burada, kısaca «Aleviyiz» dediğimizde bizim yaşadığımız ve yaşatmak istediğimiz «geleneksel» aleviliğe çok yönlü ve ilimle yaklaşarak verdiğimiz çağdaş tanımların içeriğinin tarihinden ve özünden bahsetmek istiyorum.
Önce tarihi açıdan bakalım (Ayrıntılar için bak: bölüm 7- ALEVİ TARİHİNİN VE ALEVİLİĞİN MİHENK TAŞLARI):
- Türklerin aleviliğiyle ilgili ilk tarihî belge: Samanoğulları hükümdarı 2.ci Nasr tarafından 941-43 arasında görevli olarak yollandığı Ebu Dülef el-Kazrajî'nin Çin'e giderken kendisini misafir eden Bagraç (Bugrac)Türklerinin Alevi Zeydîyye (İmam Zeynelabidin’nin oğlu, İmam Bakır’ın kardeşi 740 da öldürülen Zeyd bin Ali’nin takipcileri) inançında olduğunu ve Yahya bin Zeyd'in bir oğlundan gelen Ali soylu biri tarafından yönetildiğine tanık olmuş. Ebu Dülef onların, içinde İmam Zeynel Abidin oğlu Zeyd için yakılmış ağıtların da yer aldığı batını anlamda yorumlanmış, Sünni İslama aykırı bir Kur’an sakladıklarını, tanrısallığın Ali'de cisimlendiğine inandıklarını yazmaktadır. Yine onun anlattıklarına göre bu “Alevi” Türkler, Ali'nin indiği ve tekrar geri döndüğü gökyüzüne doğru avuçlarını açıp, bağırarak dua etmekteydiler. (Kitabın aslını 1923 de Prof. Dr. Ahmed Zeki Velidi Togan, Meşhed' de Astane Quds Museum'da (MS 5229) buldu. Yayın almanca Prof. Dr. Z.V. Togan, “İbn Fadlans Reisebericht”, Leipzig-1939, XXIV.)
- İkinci tarihi belge: 1069 da Yusuf Has Hacib'in çağatay türkcesiyle yazdığı “Kutadgu Bilik” (İlahi Bilgi) siyasetnâmesinde “Aleviler birle katılmakı ayur” (Alevilerin de birlikte katılmasını öğretir) başlığı altındaki kısa bölümde Karahanlı Türklerin büyük çoğunluğunun “Alevi” müslüman olduklarını yazıyor;
- Anadolu’da ilk Alevi Beyliği Danişmend Beyliği Amasya, Tokat, Sivas, Divriği, Seyit Gazi, Çorum,, Malatya bölgelerinde 1080-1178 yılları arasında Alevî Danişmendliler Beyliği hüküm sürdü.(kaynak: 12. yüzyıl tarihçilerinden Sur başpiskoposu Willermus Tyrensis, I. Haçlı Seferi tarihçilerinden Albertus Aquensis ve Danışmendnâme)
- Anadolu'da muhafaza edilmiş ve bilinen en eski cemevi: Malatya'nın Arapgir ilçesine bağlı olan Onar köyünde, Türkmen Bayat oymağından, Şeyh Hasan Onar 'ın atalarına 22 Nisan 1224 tarihinde (Hicri 621) Sultan Alaaddin Keykubat (1220-1237) adına, Zaviye vakfı olarak verildiğine dair Vakıfname bulunmaktadır.
- 8 şubat 1514 Romanyalı tarihci Nicolau Jorga “Osmanlı Tarihi” kitabında Venedik locası arşivlerinde bulduğu 8 şubat 1514 tarihli bir belgede, Osmanlı Anadolusunda ahalinin beşte dördünün (%80) Alevi olduğu yazılı. Anadolu Dini inançları üzerinde yazılarıyla ünlü Prof. Franz Babinger bunu abartılı buluyor ama yine de bu dereceye yakın olduğu kanaatinde.
Yazılı alevi edebiyatında Alevilik misalleri:
- al-Hasan bin Musa en-Nevbahti (ö.922) Kitâbu’l Firaku’ş-Şia (Kummi/Nevbahti ‘Kitâbu’l-Makâlât ve’l-Fırak/ Fıraku’ş-Şia Şiî Fırkalar;Türkçe/arapca, Ankara Okulu yayınları 2020) başlangıçtan on birinci imam Hasan el-Askerî’nin vefatına kadar ortaya çıkan Şiî gruplarının ele alındığı eserde Alevi ve Şi'at-ü Ali kelimeleri eşit anlamda ve tanım ile kullanılıyor.
- Surûri’nin talebesi Gelibolulu Mustafa Âli'nin (1541-1599) «Kunhü'l-Ahbâr»’ın tezkire kısmındaki beyitinde ‘alevi’ kelimesini kullanarak neden alevi olduğunu anlatıyor:
Çihresinde göreli lem'a-i nûr-i nebevî
(Çehresinde peygamberin nûrûnun parlayışını göreli)
Bir yalıñ yüzlü ışık şevkına oldum Alevî
- Türklerin ilk hikaye derlemesi kitabı Dede Korkut’ta Alevilik: Türklerin Hz. Ali soyundan gelen aileleri sürekli koruma altına aldıkları, onlarla işbirliği içinde olduklarını Dede Korkut’ta da görürüz. «...kılıç çaldı din açtı, Şah-ı Merdan Ali Görklü; Alinün oğulları, peygamber nevaleleri Kerbela Yazısında Yezidiler elinde şehid oldu, Hasan ile Hüseyin iki kardaş bile görklü” (Gökyay, Orhan Şaik,Dedem Korkudun Kitabı, M.E.B. Yay, İst. 1973). Bazı hikayeler de şu şekilde yer alan değerlendirmelerle sonlandırılır:
“Kâdir Tanrı Beyreğe rahmet kılsun. Sır-ı Merdan Hazret-i Alinün elinden şaraben tahura, içmek Huda erzanı kılsun.”
- İlk türkçe Alevi Erkannâme: Horasan’da gelişen İsmailiye ve Melâmetiyye tassavvuf anlayışının Arslan Baba'nın yetiştirip büyüttüğü Pîr-i Türkmenistan Ahmed Yesevi (1093-1167)nin çağatay türkcesiyle yazılmış Fakr-Nâmesi. Fakr tasavvuf kültürü ve edebiyatında “manevi yokluk” veya “Allah’a muhtaç olduğunun farkında olmak” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bu dervişlik kitabında tarikât adabından, usulünden, erkânından, kâmil bir şeyhin, bir dervişin vasıflarından, “Dört Kapı Kırk Makam”dan bahsedilir.
- Buyruk: İmam Cafer Buyruğu (kısaca Buyruk) ayrıca Menakıb-ı Evliya, Menakıpname, Fütüvvetname gibi çeşitli adlarda taşır. Alevi inancının, kurallarının ve davranışlarının, törenlerde izlenecek yolun-yöntemin açıklandığı, Kur’an’daki ayetlerin nasıl yorumlanması ve anlaşılması gerektiğini İmam Cafer’e dayandırarak anlatan muhtemelen Şah İsmail’in oğlu Şah Tahmasb zamanında Bisatî tarafından yazılmış erkânnamedir.
Bu kısa ve değişik tarihî ve edebî misaller ile Orta Asyadan Anadolu’ya ‘Alevi’ kelimesinin ve Aleviliğin bugünkü tanımıyla yüzyıllardır var olduğunu göstermek için verdim. Aynı zamanda Türklerin Anadolu’ya topluca girmesinden öncede Kürt ve Arap toplulukları arasında Alevi olanlar vardı.
Tanzimatta Bektaşiliğin yasaklanmasından beri yeniden “Alevi” birleştirici adı altında topladığımız dini inançın “kimlik” arayışı sırasında “Alevilik nedir?” sorusu üzerine çok yüzeysel, çok çelişkili şeyler yazıldı ve söylendi. Bu kimlik arayışında bazen ciddiyetten uzak hatta kasıtlı, bazen de iyi niyetli ama bilgisizlik misali çok kitap yayınlandı. Bugün Türkiye'de olsun Avrupanın değişik ülkelerinde olsun tarihciler ve türkologlar araştırmalarıyla “Alevilik nedir?” sorusuna siyasi, etnik ve kültürel önyargılardan uzak ilmi ve akademik ciddiyetle cevaplar getirdiler. Yazılı kaynakları (evet yazılı kaynaklarımız var) incelendi, latin harfleriyle çağdaş türkçeye dönüştürüldü.
Alevilik olsun başka bir dinsel inanç olsun tanımlamasını yaparken bir dizi zorlukla karşılaşırız. Aleviliği tanımlarken, genel ve özel, şu zorluklarla karşılaşıyoruz:
- Ne İslam’ın, ne Musevilik ne de Hıristiyanlığın tekil ve bütünlüklü bir tanımını iç farklılaşmalarını ve kültürel zenginliklerini büyük zorlama ve küçültme olmadan yapılamayacağını; bu dinlerin iç yorumlarına indikce (mesela Hıristiyanlıkta Ortodoks-Katolik-Protestan ayırımı sonra da mesela 300den fazla Protestan tarikatlarının yorumlarının) her birinin teklik ve bütünlük tanımlarının daha kolaylaşması;
- Bir dinsel meşrebi yaşayanların inançlarını ihtiyaç görmedikleri müddetce tanımlamadıklarını; dış istek üzerine o meşrebi yaşadıkları gibi tanımlaması ve sonrada dışarıya iletilip anlaşılmasını sağlaması;
- Temelde her inanç sisteminin kendisinden önce gelen inanç sistemlerinden izler taşıdığını, onlardan belli öğeleri aldığını ama farklılığını da yarattığını; yani her inanç ve kültürün belli bir ölçüde bağdaştırıcı (senkretik) olduğunu; ama temel yapısının da genelikle yaygın ve baskın bir inançsal yoruma hatta yetki kazanıp bir devlet ideolojisi haline gelip sistemleşmiş, ortodoks olmuş, inança karşıt bir tepki olarak kurulup heterodoks (ortodoks olana aykırı) olduğunun bilinmediğinin veya kabul edilmediğinin;
- Alevi dinsel kimliğinin geleneksel sünni İslam (ortodoks) ilkeleri karşıtı (heterodoks) ve bağdaştırıcı (senkretik) unsurlarının niteliğini, İslamdaki ayrışmaların niteliği (Vahyin devamlılığı, İmamet, Velâyet, Kader, vb…); Aleviliği dinsel tarihini ve oluşumunun iyi bilinmemesi;
- Bir inançı tanımlarken etnik, kültürel, dilsel, yerleşim birliği aranması ama bunun nadiren oluşan unsurlar olması; Aleviliğinde bir istisna olmaması ve bunun tanım, doktrin ve ibadetlerde farklılıklara kapı açtığını;
- Alevilerin Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye geniş bir çoğrafyada dağınık olarak yaşaması;
- Anadolu’da Alevilerin etnik kökenin Türk, Kürt, Arap ve Fars olan vatandaşları kapsaması ve her birinin kendine ait dil, kültür ve coğrafyada aynı özle değişik şekilde alevileşmesi; her birinin değişik inanç tarihlerinin olması;
- Alevilikte Dedelik kurumundaki sorunlar ve Ocak sisteminin kısmen çökmesiyle merkezî bir dinsel-sosyal otoritenin olmamasının, Aleviliğe ilişkin tanım, doktrin ve ibadetlerdeki sorunların çözümünü yetkili olmayan dernek yöneticilerinin veya ilim adamlarının üstüne bırakılması;
- 1990’larda siyasal İslâm’ın yükselişinin ve Milliyetçi Kürt haretinin, kimlik sorunu ve yeni sosyo-politik dinamikler yaratması; Alevilerin de böyle zor bir çatışma ortamında kimliklerini tanımlamaya ve ifadeye gayret etmesi;
- Aleviliğin İslâm içinde mi yoksa dışında mı olduğu, etnik olarak Alevilerin Türk mü yoksa Kürt mü olduğu, Ali’siz Alevilik gibi dinsel ve tarihi hiçbir desteği olmayan, akıl, bilim ve ilimle ilgisi olmayan söylemlerin bilinçli olarak bulanıklık yaratmak, Alevi varlığının tanımlanmazlığına yol açmak için ortaya atılması;
- Alevilerin bir vatandaş olarak toplumsal yaşamda, bütün vatandaşlarla eşit haklar istemesi ve savunmasında akılcı siyasi-hukuksal bir yol izlemesi,Diyanetin Hanefi İslam inançındaki vatandaşlara sağladığı imkanların kendilerine de eşit olarak verilmesi ve davalarını kazanması;
- Alevi Kültürel kimliğinde bir siyasal kimliğinin olması; sosyalist veya solcu siyasetlerle ilişkili unsurların varlığı, Aleviliğin tarihine bakıldığında bu siyasallaşan dinsel unsurun doğuşundan beri var olduğunu; bugün de siyasetin kültürel dönüşümü sürecinde ister istemez etnik, dinsel, dilsel veya cinsel kimliklerin siyasal süreçlerde kurucu bir öğe haline gelmesi;
…. önümüzdeki zorluklardır.
Buna karşılık Aleviliğin tanımlanmasında yaşanan yukarıdaki zorluklara rağmen Alevileri bir arada tutan Alevi Dinbilimi ve Alevi topluluklarının Dinler Tarihi yanında Anadolu’da halkların birlikte yaşadıkları tarihleridir. Gerek isyanlar ve katliamlar tarihi gerek adım adım oluşturulan Türk, Kürt ve Arap Alevi dinsel tarihi Alevileri birarada tutan öğelerin başındadır. Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Aleviliğin tarihsel evrim sürecini incelerken, 13. yüzyılda Anadolu’da çoğunlukta olmaya başlayan ocak, oba, oymak ve boy toplumsal temelinde yapılanmış Alevilerin çeşitli tarikatların dervişleriyle ilişkide dinsel ve tasavvufi düşünceleri sistemleştirerek Aleviliğin tarihsel yapısını şekillendirdiğini ve bilinçli bir güç haline getirdiğini yazar. 15. yüzyılda Şeyh Bedrettin İsyanı’nın, Aleviliğin Balkanlar’da yayılmasının önünü açtığını ve son olarak da 16. yüzyılda bütün Anadolu coğrafyasını sarsan Kızılbaş isyan dalgasının Aleviliğe Ali kültünü ekleyerek bugün bildiğimiz anlamda Aleviliğe son şeklini verdiğini belirtir (bak. «Türk Sufiliğine Bakışlar» içinde“Alevilik-Bektaşiliğin Tarihsel Sosyal Tabanı ile Teolojisi Arasındaki İlişki Problemine Dair”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012, s. 236-289).
İsyanlarla paralel bir şekilde Alevi tarihinin bir diğer asli unsuru katliamlar olmuştur. Babai, Şeyh Bedrettin ve 16. yüzyıl Kalender isyanları büyük bir şiddetle bastırıldı. Ancak katliamlar Alevi tarihinin insanlık dışı bir öğesi olarak kalmadı ve Alevilerin yakın tarihinin de önemli bir parçası oldu. Dersim (1937-38), Malatya (1978), Sivas (1978), Maraş (1978), Çorum (1980), Madımak (1993) ve Gazi (1995), katliamlarının Alevi çağdaş tarihininde ayrılmaz bir parçası ve Alevi kolektif hafızanın kurucu unsuru oldu. Alevilerin siyasal-dinsel süreçlerde yapılanması, kendi kültürlerinin dinsel özellikleri kadar, tasavvuf yorumlarıyla insanı ilim ve bilimle düşüncesinin merkezine koyarak evrenselleştirdiği siyasi kavramlar aracılığıyla oluştu. Sonuçta çağdaş yaşamda insan hakları, laiklik ve yurttaşlık gibi evrensel kavramların Alevi siyasallaşmasının omurgasını oluşturmasıdır.
Alevilik tanımının tekil ve bütünlüklü olmayıp «belirsiz» (müphem) olduğunu söyleyenlere karşı, Aleviliğin, Sünni İslam yorumundan farklı bir yorum olduğunu ve bağdaştırıcı (senkretik) yapısıyla İslam dünyası içinde tanımının tekil ve bütünlüğü olan bir inanç yorumu olduğunu göstereceğiz. Alevilik zıtlıklar yerine çokluğun birliğini, karşıtlık yerine farklılığı, çatışma yerine uyumu ve düzenleyici kurallar yerine doğanın düzenini kendisine ilke edinir. Alevilik dondurulmuş kurullarla bugüne kadar gelen bir inanç değildir; temel dinbilimi bile ilim ve bilimle sürekli oluşum-değişim üzerine kurulu (ham evrahlıktan Kâmil İnsan olmaya) ve devamlı yeni bilgilerle (Kur’an da yazılı olanın ötesinde Tanrı’nın Levh-i Mahfuzdaki bütün bilgilerini öğrenmeye doğru giden) sonsuza kadar bilim arayışı içinde gelişme halinde olan bir inanç ve felsefe kültürünü ifade eder.
İlmi çerçevede tartışıldığında bugün “Alevilik İslamın içinde mi dışında mı?” sorusuna birbirini aydınlatan ve tamamlayan mühtelif açılardan yaklaşıp, incelemek ve cevap aramak gerekir. Bugün değişik Alevi erkanlarının din bilgisi (teoloji) temellerine ve bu temellerin tarihin akışı içinde gelişmelerine, Cemde ozanlarımızın söylediği değişlere baktığımızda Anadolu’da Alevilikte birbiriyle bağdaşmış üç ana unsur görürüz:
1- Anadolu’ya 11ci yüzyıl sonlarından itibaren hakim olacak Orta Asya’dan gelen Oğuz Türklerinin eski kültürel (törelerinin) ve inançsal yaşamının (Gök Tanrı inancının, Şamanlığın) niteliği; diğer taraftan da Anadolu’da bu yüzyıldan önce yaşayan değişik halkların inançlardan olan ve bilhassa Kürt aşiretlerinin kültürel ve inançsal (Zerdüşlük, Yezîdîlik, vb gibi...) yaşamının nitelikleri;
2- İslam’ın doğuşu, şekillenmesi, bölünmesi, bölünürken yorumlarının yayılması ile Türklerin ve Anadolu halklarının, bilhassa yöredeki Kürtlerin kendi kültürel kimliklerini kaybetmeden Bâtınî İslam’la tanışmasının ve İslamın değişik yorumlarını kendi kültülerine bağlı kalarak benimsemeleri;
3- Oğuz Türk “oymak ve boy”larının Anadolu’ya göçü, Anadolu’yu sayıca ve kültürel değerleriyle yavaş yavaş Türkleştirmeleri; Anadolu’daki yaşamda Alevi inancındaki konar-göçer Türklerin karşılaştıkları Selçuklu ve Osmanlı siyasî-dinsel baskılar ve yapılandırma girişimleri (icazetnameler ve şecereler verilmesi); yöre halklarının inanç yaşamları ve Anadolu’ya gelip yerleşen Alevi tarikatlarıyla karşılıklı yöresel kültürel ve inançsal etkiler (mesela 11ci yüzyıl sonundan 13cü yüzyıla kadar Diyarbakır yöresinde Yesevi irfanıyla aydınlanmış dervişlerin Dedekargın Alevi yapısıyla muhtemelen Vefaîliğin karşılaşması ile Babaîliğin doğuşu gibi); Babaîliğin ve sonrada Bektaşiliğin doğuşu ve etkileri; Erdebil Tekkesinin ve Sefevi şiiliğiyle “Kızılbaş”lığın doğuşu ve bilhassa Şah İsmail’in derin etkileriyle Anadolu Aleviliğinin zamanın akışı içinde değişimi ve bugünkü şeklini alması.
Bugün Aleviliği iyi anlamayıp sorunlarımızı teşhis etmeye çalıştığımızda bu üç unsurun birbirinden ayrılmaz şekilde içiçe geçip bağdaştığını ve Aleviliğin iç yapısını oluşturduğunu görüyoruz.
Prof. Ahmet Yaşar Ocak, Alevi- Şia’t-u Ali yorumunu, ortodoks-geleneksel Sünni İslam yorumuna karşı heterodoks İslam yani genellikle kabul edilmiş İslam kurallarına karşı gelen İslam yorumunu şu satırlarla tanımlıyor:
«Bu heterodoks İslam dışarıdan getirilmedi; veya o zaman İslam dünyasında mevcut bir takım heterodoks mezhepler gibi, yıllar yılı süren teolojik tartışmaların sonunda oluşmadı. Bu heterodoks İslam yorumu, zaten önceki dinleri vasıtasıyla alışmış bulundukları mistik kültür üzerine yine mistik bir nitelikle gelen İslam’ın, geniş çapta, eski dinlerin kalıntılarıyla -bunları mitolojik şifahî gelenekler halinde saklayan sosyo-kültürel bir zeminde- birleşerek değişime uğramasıyla zaman içinde meydana geldi. Bu heterodoks İslam yorumunun en dikkat çekici yanı, Türkler arasında İslam’dan önce bulunan bazı dinlerin kalıntılarını İslamî kavramların içinde birleştiren ve yoğuran bir «senkretizm» (bağlaştırmacılık) olmasıydı».
İslam, Arap yarımadasında 7.ci yüzyılda doğduğunda Oğuz Türkleri Altay dağlarından Hazar denizine kadar yayılan alanda değişik ırk, din ve kültürlerle içiçe büyük bir höşgörü içinde yaşıyorlardı. Türkler gibi Kürtler de rasladıkları diğer dinlere de anlayışla bakıp beraber yaşamışlar ve kendi kültürlerine ve inançlarına elverişli olan yönlerini benimsemiş, içlerine çekmişlerdir. Nasıl genel olarak İslam da Musevilikten ve Hıristiyanlıktan izlere/alıntılara rastlarız İslamın Alevi yorumunu benimseyen topluluklar da kültürlerindeki eski inanç değerlerini yaşatmaya devam etmişlerdir. Bugün bile bu izleri Anadolu’da İslamiyetin Alevi yorumunda, Zerdüşt, Mani, Mazdek ve Budizmden genel düşünce alıntılarının izlerini edep-erkânlarında, tasavvuf anlayışlarında, örf ve adetlerinde, dünya görüşlerinde velhasıl kültürlerinde kolayca görürüz:
1- Budizmden: dünya nimetlerini ve maddi istekleri geride bırakma, Hakikatı arama ve muhtelif safhalardan geçip Hakikat’e erişme;
2- Zerduştlardan: Dünyanın son safhasında her şey en mükemmel şekle girecek («Mehdi» beklentisi; ateşin özel yeri ve «Nevruz»;
3-Manicilikten: Gök-Toprak, Doğu-Batı… gibi ikilemeler; «Eline, diline, beline hakim olmak», başkasına zarar vermemek, 72 milletle (dinle) dost olma, darda olanla dünya nimetlerini paylaşma… gibi Alevilik ahlak ve felsefesinin önemli etik anlayışı;
4-Mazdekizmden: kadın-erkek eşitliği, ilkel ortak paylaşımcılık, «Kamil İnsan»ların yarattığı «Kamil Şehir» utopyası.
Hz. Muhammet’in 632de Hakk’a yürümesinden sonra meydana gelen olaylar halifelik sorununa bağlı siyasî bir ayrışma gibi görünse de aslında derin teolojik bir görüş ayrılığını da meydana çıkardı. Bu görüş ayrılığı ilk müslümanlarının arap yarımadası kavimleri ortamından çıkıp değişik ırk, kültür ve dinlere mensup topluluklarla da karşılaşmaları ve onların müslüman olmalarıyla, 12ci yüzyıla kadar bu değişik ufuklardan gelen büyük İslam din bilgisi alimlerinin yeni yorumlarıyla çalkalandı, gelişti, zenginleşti. Ve bu dönemden sonra gelişmelere her zaman karşıt olan muhafazakarlar tarafından yeni yorumlara son verildi ve bir çeşit duraklama devrine girildi.
İslamı temelde ikiye bölen Ana Dinbilimi (Teolojik) ayrılıkta, Sünni (ortodoks) yorumda vahiy (Bir düşünce ya da buyruğun Tanrı tarafından Peygamber’e ilham edilmesi) Hz. Muhammed’in Hakk’a kavuşmasıyla sona erdi. Şeriat kurallarına yeni yorum getirmekten, tapınma biçimlerine, dinsel görevlere özel bir düzen vermekten öteye bir değişiklik getirilemez. Alevi/Şia’t-u Ali veya kısaca Şii İslam (heterodoks yani ortodoks karşıtı) yorumda ise Vahiy Hz. Muhammed’in Hakk’a kavuşmasıyla sona ermedi. Allah’ın üç ilahi makamı olan nübüvvet, risalet ve imametten sonuncusu Allah’tan alınan vahiyi yorumlamak, insanlara öğretmek, yaşama geçirmek ve dünyaya hâkim kılmaktır. Kuran’da, Hz. Muhammed’den sonra peygamber gelmeyeceğini ve vahiy gelmesinin de mümkün olamayacağını açıklamıştır. Ancak gelen vahiylerin tebliği, yorumlanması ve ilahi hükümlerin dünyada yaşama geçirilmesi işleminin henüz tamamlanmadığını, bu durumda Peygamber’in imamet ve velayetinin devamının zorunluluğuna dikkat çekerler. Allah’ın hükümleri henüz dünyaya hâkim kılınmadığı sürece bu görevleri icra edecek bir imama ihtiyaç olduğu ortadadır. İmamın gerekliliğini zorunlu kılan nedenlerden biri de Kuran’ın zahir ve batın olmak üzere iki yönünün varlığıdır. Zahirde sadece İslamın hükümleri ve ibadet konuları insanlara anlatılır. Ancak batın yönünü, yani özünü yorumlayacak, velayeti ve itaati belirten ayetleri tefsir edecek ilahi ilim sahibi biri gereklidir ki, bunu da ancak ilahi irade sahibinin imamet ve velayet makamına tayin ettiği imam yapabilir (bak Diyanetin Kur'ân-ı Kerim ve Meali 2011: 18ci Kehf sûresi ayet 65-82 ). Bâtınilik temeli üzerinde, vahdet-i vücut/vahdet-i mevcut ve ruh göçü felsefesi bütünleşti. Hoşgörü temeline dayalı, esnek ve yaratıcı bir dervişlik anlayışını geliştirerek merkezi yönetimle, otoriteyle çelişkisi olan tüm toplum insanlarını kucaklayan bir dünya görüşü yarattı. İşte Alevi olarak İslam’ın dışında değiliz bilakis içindeyiz dediğimizde bu Bâtınî İslamı kasdediyoruz Sünni İslamı değil. Arada çok önemli bir fark var. Din kültürümüzde her ne kadar eski inançlardan izler varsa da terimlerimizin tanımını da ancak bu İslamî temelde, kendi Allah, Tevhid, Kur’an, Nübüvvet, Risalet, İmamet ve Velâyet, Kader ve İnsan iradesi yorumuna göre yaparız.
Daha yakından incelendiğinde bu Anadolu Aleviliğinde Batınî İslam’ının üç ana karakteristiğini de görürüz:
1-Bağlaştırmacı (senkretik) karakter: «Türkler arasında yayılan dinlerin ve mistik kültürlerin inançları ve bir takım erkanları, bir dinden ötekine geçerken, sürekli eskisinin yenisi içinde devamı suretiyle katlana katlana ve yeni kalıplara girerek İslam’ı kabul dönemine kadar gelmiştir. İslam 10.cu yüzyılda Türkler arasında girmeğe başladığı zaman (…) şifahî bir kültür geleneğiyle uzlaşmak zorunda kaldı. Eski Kam-ozanlar, yeni derviş ve şeyhler oldular.» (Prof. Ahmet Yaşar Ocak). Bu «Dinler Tarihi» ile ilgilenenlerin bir çok dinî inançta gördüğü bir oluşumdur.
2- Mehdici karakter: Ezilmiş, horlanmış kitleleri bu durumdan kurtarmakla görevlendirilmiş, ilâhî yetki sahibi, karizmatik bir şahsiyet inançına büyük yer verilir. Bu «ilâhî kurtarıcı» inanç muhtemelen İran Sasanî kaynaklıdır.
3- Mistik (sufiyane) karakter: İster Sünni, ister Alevi inançta Türk İslam’ı güçlü bir Atalar kültü, «evliyâ kültü» etrafında gelişti. Ama Alevi İslam yorumunu hem Sünni hem de İran Şii İslam’ından ayıran üç önemli inanç vardır:
a-Hulûl yani Allah’ın insan suretinde görünmesi (enkarnasyon);
b-Tenasuh yani ruhun öldükten sonra bir başka bedende yeniden doğması (metempsikoz);
c-Don değiştirme yani ruhun sağken bir başka biçime yahut bir kalıptan başka kalıba geçmesi (metamorfoz).
Bizim için önemli olan inançsal kimliğimizi ifade eden «Alevi» kelimesinin İslam dininde özel bir yere sahip Ali ibn ebu Talib’e ait veya Hz. Ali taraftarı olan Şia’t-u Ali (kısaca Şii) dışında kullanılmaması ve bizim de ikrarlı bir Alevi olarak Dede ve Mürşit’imizle «El ele, el Hakka» Alevi edep-erkânını bilinçli ve çağdaş bir yaşamda Hakk-Muhammet-Ali yolunda Aleviliğimizi yaşamamızdır.
“Ben Aleviyim” diyen Alevi ikrarını bilir; Ceme girer ve Görgüden geçer. Alevilikte esas olan yol birliği, ikrar birliği, gönül birliği yapmış olmaktır. Acaba Federasyon yöneticileri bunun bilinçinde mi? Hak-Muhammet-Ali, İkrar, Aleviliğin Özü, Ocak, Dede, vb... terimleri kullandığında bu terimlerin içeriğinin bilinçinde mi?
İşte bu olaylar ve gözlemler de göçte Alevi topluluğunun içindeki tartışmalarda dengeleri değiştirdi, kuruluşlarındaki sorunlara cevaplar getirmeye başladı, ortamı farklılaştırdı ve gerçek sorunlarımıza çağdaş yaşamla uyumlu çözümler bulmamızın yolunu açtı.
“ALEVİLİĞİ VE TERIMLERİNİN DİNBİLİMİ İLE TANIMLAMA” bölümünde dinbilimi açısından ayrıntılı bir şekilde tanımları okuyabilersiniz. “Alevilerin Yurtdışına Göçü” ile ilgili değişik konuları da özel olarak aşağıdaki diğer bölümlerde bulabilirsiniz. Bu sekiz bölüm birbirini tamamlayan bir bütündür. Yenilemesi devam eden İsviçre Alevi Toplumunun enternetteki sitesinde ( http://alevi-toplulugu.ch/) de ayrıntılı tamamlayıcı bilgileri bulabilirsiniz.
DİĞER BÖLÜMLER
2- ALEVİLİK ÜZERİNDE BİLGİ KİRLİLİĞİ
3- TALİP-DEDE-MÜRŞİT İLİŞKİLERİNDE SORUNLAR
4- ALEVİ KURUMLARININ YAPISAL,HUKUKSAL VE SİYASAL SORUNLARI
5- ALEVİ EĞİTİMİNİN ALTYAPISI ve ÖĞRETİMİ
6- ALEVİLİĞİ VE TERIMLERİNİN DİNBİLİMİ İLE TANIMLAMA
7- ALEVİ TARİHİNİN VE ALEVİLİĞİN MİHENK TAŞLARI
8- SONUÇ